Bugün 07 Aralık 2025 Pazar
  • Antalya8 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    5743.85
    %0.00
  • Dolar
    42.5228
    %0.00
  • Euro
    49.5529
    %0.00

GAZANFER ERYÜKSEL / KONUK YAZAR

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
GAZANFER ERYÜKSEL / KONUK YAZAR

ÖĞLE RAKILARI

07 Aralık 2025 Pazar 13:28

 

 

buyurun içelim birer kadeh
güzeldir öğle rakıları efendim
unutulmaz
bir kadından söz eder gibi
utangaç, gizli yasak

bilir misiniz efendim öğle rakıları
yeni resimlere benzer gündüz gözüyle
gündüz gözüyle bakılan
yeni resimlere inanmazsınız
bir asmalımescit meyhanesinde, perada
biraz küf, mazi, mahrem kokan
biraz tünel, sait faik, mösyö rober.

Mehmet Kemal’in öğle rakıları şiiriyle başlamasak olmazdı bu yazıya.

Ahmet Oktay vefat haberini duyduktan sonra aşağıdaki yazıyla anar Mehmet Kemal’i. (1921-1998)

“Mehmed Kemal'in son şiir kitabının adıydı bu başlık. Ölüm haberini duyduğumda, birlikte içtiğimiz öğle rakılarının sohbetlerini özledim birden. Masa adamıydı; öfkelerine, huysuzluğuna rağmen, gönül adamıydı: eskilerin nekre dedikleri kişilerdendi. Belleğimi zorladığımda, Ankara'da o zamanki adıyla Hergele Meydanı'ndaki 15. Yıl Kıraathanesi'nin kapısını açarken görüveriyorum onu. Koltuğunun altında bir tomar dergi. Tek sayı çıkabilen, dönemin solcu şairlerinin şiirlerini içeren o dört sayfalık Meydan dergisi belki.

Ahmed Arif'in Hasretinden Prangalar Eskittim'e almadığı Akşamüstü şiiri de orada çıkmıştı. Şöyle
başlar:

Temsil bir akşamüstüdür şarabi
Bahçeler ve bağlar üzre hükümran
Tam dünyayı dolaşmak saatindesin
Ay ışığı su içer birazdan
Kızarmış kalçalarını çanlar
Alabildiğine vurur
Sen çocuk tulumunda matbaa mürekkebi
Rüsva olmuş ellerinin emeği
Manşetlerde kilometre kilometre yalan
Sallanır durur

Orhan Veli'nin Yalnızlık şiiri de Meydan da çıkmıştı: Bilmezler yalnız yaşamayanlar / Nasıl korku verir sessizlik insana / insan nasıl konuşur kendisiyle / Nasıl koşar aynalara, Bin cana hasret / Bilmezler.

Yıl 1948. Demek ki 50 yıldır tanıyormuşum Mehmed Kemal'i. Daha ortaokul öğrencisiyim. 15. Yıl'a sık gelmezdi. Gazeteciydi, hem de iyi gazeteci. Politik mücadelenin hızlandığı yıllardı, Mehmed Kemal de haber peşinde koşardı. Ara sıra, kaçamak yapabildiğim gecelerde Kürdün Meyhanesi'nde görürdüm. Öğle rakılarına başlamamız, fiilen gazeteciliğe başladığım ve Ankara'ya döndüğüm yıllara, 27 Mayıs sonrasına rastlıyor. Habib Edip Törehan'ın sahipliğindeki Yeni İstanbul gazetesinin, o zamanki adıyla, Meclis muhabiriyim. Mehmed Kemal'in gazetenin ilk Ankara temsilcisi olduğunu daha sonra, kendisinden öğrendim. Mavi başlıkla çıkardı Yeni İstanbul. Söylemek gerekir: o yıllar için yenilikti bu. Mehmed Kemal'le 1968'de Vatan gazetesinde birlikte çalıştık. O, Ankara temsilcisi idi ben
Meclis muhabiri. Mehmed Kemal'den mesleğin inceliklerini öğrendim. İlk daktilomu o aldırdı taksitle. Herkes bilmez: Bir ara Ankara'da Kalem diye bir meyhane işletti. Gazetecilerin, edebiyatçıların, tiyatrocuların, ressamların mekânıydı. Yuvarlak bir masamız vardı. Kimi günler gün ışıyana kadar süren sohbetler olur, şiirler okunurdu. Tek parti döneminin de DP döneminin de çekmişlerindendi. Acılı Kuşak'ta anlatır çektiklerini, yazarlara, şairlere çektirilenleri. Dört şiir kitabı çıkardı Mehmed Kemal. Bir dönemin toplumcu şiiri içinde varlık gösterdi. Ama gerçek bir şairin tutkusu yoktu onda. Sanırım Şinasi Nahit'in dediği gibi, aslında gazeteci doğmuşlardı. Yatırımını oraya yaptı. Daha özgür, daha demokratik, daha insanal bir toplum düşünün peşini hiç bırakmadı. Günümüz okuru 1940-1960 arasının baskı ortamı hakkında hemen hiçbir şey bilmez. Ne yazık ki, belleksiz bir toplumuz. Bu durum, ister istemez omurgasızlığa da yol açıyor. Bunu anlamak için çevreye şöyle bir bakınmak yeter. Geçmişi öğrenmek isteyenler Mehmed Kemal'in anılarına ve anılarından kalkınan romanlarına bakabilirler.” (https://solfasol.tv/mehmet-kemal-ve-muhalif-bir-mekan-olarak/)

Eray Ak, Cevat Cevap Çapan ile yaptığı söyleşi öncesi öğle rakılarını anlatır girizgâh olarak. Sebebi de Cevat Çapan’ın “Cuma akademisi” dediği yerdedir de ondan. Orası Sev İç adlı meyhanedir, Çiçek Pasajı’nın girişinde hemen sağda.

Öğle rakılarının kalkış istasyonlarından Babıâli’deyiz…

Babıâli’nin Babıâli olduğu yıllar. Yani gazetelerin Türkiye gündeminde önemli bir yer kapladığı, edebiyat-kültür-sanat hareketlerinin ve ortamlarının capcanlı yaşamaya devam ettiği 1960’lı yıllar. Yayınevlerine, gazetelere uğrayan yazarlar ile yayıncı ve kültür sanat gazetecilerinin sohbet etmek için belli mekânları tercih etmeleriyle başlar öğle rakılarının yolculuğu. Öğle rakılarının ilk yolcuları Fethi Naci, Rauf Mutluay ve Edip Cansever’dir. Maksat elbette yenilip içilirken edebiyat, kültür, sanat konuşmak içindir her Perşembe yapılan buluşmalar. Yer ise Vilayet Lokantası’dır. Buluşma duyulur duyulmaz yeni katılımlar olacaktır. Selçuk Batur ve Ferit Erkmen… Masa mevcudu artınca lokanta da değişecektir. Yeni adres İstanbul Lokantası’dır. Bir sonraki durak ise Muzaffer’in Yeri olarak da bilinen Sofra. Sebebi ise Muzaffer Bey’in yaptığı kuru fasulyenin lezzet-i şahanesidir. Bu salt bir mekân değişikliği değildir toplananlar için, gün de değişir. Çünkü Muzaffer sadece cuma günleri kuru fasulye yapmaktadır.

Uzun süre Sofra, zaman zaman da İstanbul Lokantası Cuma buluşmalarına ev sahipliği yapar. Ardından Tan Matbaası’nın bulunduğu binadaki Yayla adıyla bilinen mekânda devam edilir öğle rakılarına. Zaman 1980’lerin ilk yarısı ile 1990 arasıdır. Bu arada masa nüfusunda artış da görülür. Ahmet Oktay, Sait Maden ve Turhan Günay da Cuma sofralarının vazgeçilmezleri arasındadır artık.

Ve an gelir yayın dünyası Cağaloğlu’nu terk etmeye, yeni ve daha büyük binalara taşınmaya başlar gazeteler. Yayınevleri de bu değişime uyarak kendilerine Beyoğlu’nu seçmeye başlarlar. Masanın kurucularından Fethi Naci de sahibi olduğu Gerçek Yayınevi’ni Tünel’de tuttuğu bir yere taşır. Bu taşınma durumu Cuma masasını da etkileyecektir şüphesiz. Artık buluşmaların yeni mekânı Çiçek Pasajı’ındaki Sev İç Restoran’dır. Bir hesap tartışması sonucu altı ay boykot edilse de barış çubuğu içilir.

Günümüzde ise Cuma Akademisi’nin buluşanları kimlerdir derseniz, Cevat Çapan, masanın kurucusu merhum Fethi Naci’nin eşi Lâle Kalpakçıoğlu, yıllarca Cumhuriyet Kitap Eki’nin yükünü taşıyan Turhan Günay ve elbette bağlaması, karikatür ustalarımızdan Semih Poroy, Kenan Kocatürk (Literatür Yayınları) , Arif Keskiner ve Turgay Fişekçi’yi sayabiliriz.

Dünya Ölmeme Günü nasıl doğdu?

İsa Çelik anlatıyor…

“Tomris, aynen Turgut ve Edip gibi içmeyi seven bir insan” diye devam ediyor söze İsa Çelik.

“Yıl 1981. O dönem Barış Derneği’ndeyim, Görsel Sanatçılar Derneği kurucu üyesiyim. Bir kalabalık Neşe’de buluştuk. Tomris, ‘Rakı ve Özgürlük Günü diye bir şey düşündük’ dedi. Ben de ‘Tomris, tamam, rakı ve özgürlük de 6-7 yerden aranıyorum’ dedim!
Oturduk çakıştırmaya başladık. O sırada tombalacı İsmet de geldi. Biraz bozuk… ‘İsmet bir ölük halin var; iyi misin?’ dedim. ‘Ölük’ de benim uydurmam bir laf. Hani umutsuzdan, mutsuzdan farklı… Tomris cevval zekâ! Bir büyük rakı söyledi. Dedi ki: ‘İsmet önümüzdeki yıl bugüne kadar bu rakıyı muhafaza edeceksin ve gelecek yıl açıp içeceğiz.’ Aldım rakıyı, kâğıt kapladım getirdim. O rakıyı öyle verirsek, biliyorum, alçak İsmet gidecek içecek sonra alacak başka rakıyı getirecek. Dedim ki ‘Herkes imzalasın, bu rakıyı bu kâğıda sarıyoruz, bantlıyoruz’… Sonra imzaladık, İsmet’e verdik. Rakı ve Özgürlük lafı Dünya Ölmeme Günü oldu. Tomris’in lafıdır o… Onu kâğıda sarma, imzalatma fikri
benimdir. Kayıtçılığımdan işte…” İşte böyle başlamış bu hikâye… “Masamızda çok kadın olmadı. Ne Fürüzan, ne Leyla ne de Adalet Abla katılırdı. Belki de Tomris’le araları iyi değildi, bilemem; ama Nezihe Meriç hep vardı” diyor İsmet Çelik…

Dünya Ölmeme Günü için bir kaynak da aşağıdakileri söylemektedir.

Rumelihisarı’nda bir meyhanede, hepsi birbirinden cevval ve alımlı insanların, keyfe keder bir geceye muhabbetler yolladıkları zamanlarda ki aralarında Can Yücel, Salim Şengil, Edip Cansever, Tomris Uyar, Muhteşem Sünter, İsa Çelik, Mehmet Can Köksal, Turgut Uyar, Dürnev Tunaseli, Nezihe Meriç, Ömer Uluç, Tunga Uyar gibi isimlerin mevcut olduğu o gecede, bir kişinin muhabbetini açtığı ölüm konusu üzerine, Turgut Uyar rakı şişesini alır ve orada bulunan herkesin ismini, şişenin üstüne yazar bir 26 mart gecesi ve bu gelenek 1985'e kadar devam eder. Turgut Uyar sonsuz âleme gidene kadar. Sizin de dikkatinizi çekmiştir, Dünya Ölmeme Gününü anlatan İsa Çelik’in hatırladıklarıyla diğer
kaynaklardaki bilgi örtüşmüyor. Bellek geçmişe dönüp de bakarken bazı resimler, kişiler silinip gidiyor olmalı.

TEK YASAK!

Cemal Süreya ‘Tek Yasak’ adlı şiirinde o günden bahsediyor; “Özgürlüğün geldiği gün / O gün ölmek yasak…”

Senelerce keyifle kutlanan, bol sohbetli, bol şiirli, bol edebiyatlı, tahmin odur ki kimi zaman bol argolu, aşklı, meşkli, rakı beyazı ‘Ölmeme Günü’, en son 26 Mart 1985’te kutlanıyor. Can Yücel’in “Şiirimizin o en kızıl saçlı levendi” dediği 4 Ağustos doğumlu Turgut Uyar, yine bir Ağustos günü, 22 Ağustos 1985’te ölüyor.

Dünya Ölmeme Günü’nden bugün bir İsa Çelik burada… O gidenler mi hep aramızda onlar.

Öğle rakıları ise bütün muhabbetiyle devam ediyor. Yarasın canlar…

Rivayet muhtelif olsa da önemli ve değerli olan Dünya Ölmeme Günü’nün oluşmasıdır.

Bu yazı toplam 485 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 474 99 63 | Haber Yazılımı: CM Bilişim