Bugün 01 Aralık 2025 Pazartesi
  • Antalya9 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    5784.315
    %0.37
  • Dolar
    42.424
    %-0.15
  • Euro
    49.2906
    %-0.14

TARIK ÇELENK / KONUK YAZAR

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
TARIK ÇELENK / KONUK YAZAR

SAĞ’IN KÜLTÜREL İKTİDAR SORUNU

01 Aralık 2025 Pazartesi 21:57

Kültürel hegemonya meselesi, Türkiye’de sağ-muhafazakâr mahallenin en temel açmazlarından biridir. Bu açmazın kökeni, ilk batılılaşma hamlelerine verilen tepkide yatar. Sağ cenahta hâkim olan görüş, Osmanlı devleti zayıflayınca Tanzimat, Islahat ve İttihat reformlarıyla toparlanmak istendiği, fakat bu reformların devleti güçlendirmek yerine yıkılışı hızlandırdığı yönündedir. Cumhuriyet dönemindeki reformlar da aynı çizgide görülmüş; yapılan her değişiklik, İslam’dan uzaklaşma ve Batılı değerlerin taklidi olarak yorumlanmıştır. Bu bakışa göre Osmanlı’nın çöküşü “İslam’dan kopuşun”, Cumhuriyet’in sorunları ise aynı yönelimin sonucudur.

Bu nedenle Atatürk devrimleri, muhafazakâr hafızada II. Mahmut’un “gavur padişah” olarak anılan reformlarının devamı şeklinde algılandı. Anadolu’nun güçlü aileleri uzun süre çocuklarını “gavur olur” korkusuyla modern okullara göndermedi; medrese temelli, gayrıresmî eğitimlere yöneldiler. Zamanla bu direnç zayıfladı fakat sosyal bilimlere, özellikle felsefe, psikoloji, arkeoloji ve modern eleştirel düşünceye yönelik şüphe devam etti. İtikadın zedeleneceği korkusu, merakın ve zihinsel esnekliğin önünü kesti.

Bu noktada Hilmi Ziya Ülken ve Şerif Mardin’in tespitleri önem kazanır. Her iki düşünür de Osmanlı-Türk geleneğinde bilginin çoğunlukla “nakil” üzerinden taşındığını; sorgulama, eleştiri ve deney kültürünün kurumsallaşmadığını vurgular. Bilgi aktarıldı ama yeniden üretilmedi. Felsefe bir okul kuramadı; sosyal bilim bir zihniyet haline dönüşemedi. Bu eksiklik sadece muhafazakâr kesimde değil, modernleşmeci seküler kültürde de görüldü. Dolayısıyla sağ mahallenin metodoloji yoksunluğu, daha geniş bir tarihsel zihniyet mirasının parçasıdır.

Kent hayatıyla temas eden muhafazakâr kesimin büyük bölümü bu defa devlette kadro olmayı hedefledi. İskenderpaşa ve Nurcu çevrelerde mühendislik ve hukuk, devlete yerleşmenin en güvenli yolu olarak öne çıktı. Bu süreçte devletin kritik noktalarının milletin evlatlarına değil, “Balkan elitlerine, beyaz Türklere, masonlara veya dönmelere” ait olduğu düşüncesi yayıldı. Ortaya bir “kaht-ı rical”, yani adam kıtlığı söylemi çıktı ve kültürel özgüven kaybı siyaseti bir “ele geçirme” projesine dönüştürdü.

Osmanlı’dan devralınan milliyetçi-İslamcı damar, modernleşme ile paralel fakat ona tepkisel biçimde ilerledi. 68 kuşağı Ülkücülük ve Milli Mücadeleciler ideolojik kadro hareketleriyken, Milli Görüş Anadolu sermayesini ve esnafı siyasallaştıran bir kitle hareketi oldu. Sağ’ın çeşitli fraksiyonlarının 1960 ve 70’lerde hayal gibi gördüğü “devleti ele geçirme” hedefi bugün gerçekleşti. Siyasal ve ekonomik iktidar sağ-muhafazakâr blokta toplanmış durumda.

Fakat bütün bu kazanımlara rağmen hâlâ çözülemeyen temel bir sorun var: kültürel iktidar üretilememesi. Siyasal ve ekonomik gücün zirvesine çıkılmış olsa da kültürel hegemonya oluşmamıştır. Bu durum, yeraltı zenginliklerine rağmen gelişemeyen Ortadoğu ülkelerini hatırlatır. Bir başka ironi ise görgüdedir: siyasal ve ekonomik güç artmasına rağmen estetik ve kültürel zarafet gelişmemiştir. Bu da kültürel iktidarsızlığın başka bir göstergesidir.

Çünkü kültürel iktidar, sadece güç sahibi olmakla değil, ötekinin rızasını kazanmakla kurulur. Gramsci’nin söylediği gibi, iktidarın kalıcılığı zorla değil fikrî meşruiyetle mümkündür. Eğer gerçek bir kültürel iktidar olsaydı, televizyonlarda yayımlanan iddialı tarih dizileri sadece Anadolu taşrasında değil, ülkenin eğitimli ve seküler orta sınıfında da heyecan uyandırırdı. Kutuplaşma yerine ortak bir estetik, ortak bir adalet duygusu ve ortak bir toplumsal hayal

kurulabilirdi. Bir seküler deist, bir tarikat mensubuna “emanet ehli” diye güvenebilir; bir muhafazakâr, bir Boğaziçi mezununun liyakatine itiraz etmezdi.

Oysa bugün tablo, Halide Edip’in Demirci Efe’ye yazdıklarını hatırlatıyor: ilim ve kültürle yönetilemeyen toplumlar, otoriterliğe mecbur kalırlar. Bugün ülkede seçkin ve nitelikli elit sınıfın önemli bölümü hâlâ seküler kesimdedir; eğitim, kültür ve entelektüel üretim yine Robert, Galatasaray, Saint-Joseph ve Boğaziçi gibi kurumlarda yoğunlaşmaktadır. Sağ mahallesi bu kurumları geçecek yeni “Sultanahmetler” üretmek yerine hâlâ bu kurumları eleştirmeye veya devşirmeye çalışmaktadır. Gençliğimde muhafazakâr çevrelerin Robert Kolej baskınlarını “kültürel fetih” diye anlattıklarını hatırlıyorum. Fakat mekânı fethetmek, zihniyeti fethetmek değildir.

Mümtaz Turhan’ın yıllar önce yaptığı uyarı burada önemlidir: “Taklitçi modernleşme.” Turhan’a göre toplum, kendi kültürünü bilimsel bir zihniyetle bağdaştırabildiği zaman gerçek bir dönüşüm sağlayabilir. Aksi halde modern eğitim kurumları sadece sosyal tepki üretir. Nitekim bugün de böyledir; muhafazakâr eğitim, kamusal merak üretmiyor, yenilik doğurmuyor, sadece siyasal meşruiyet arıyor. Son 15 yılda muhafazakâr camiadan güçlü bir düşünür, sosyal bilimci veya filozof çıkmaması bunun göstergesidir. Türkiye’nin etkili sağ aydınlarının neredeyse tamamı ya Batı’da eğitim görmüş ya da sol düşünce geleneğinden geçmiş kişilerdir: Nurettin Topçu Sorbonne’da, Cemil Meriç Antakya Fransız İdadisi’nde, Erol Güngör Colorado’da, Ahmet Davutoğlu Boğaziçi’nde yetişti. Bu isimlerin mahalleye yönelttiği sert eleştiriler ve İslam medeniyetinin krizine yaptıkları vurgu tesadüf değildir. Metodolojisi olmayan mahalle kültür üretemez; kültür üretemeyen yapı iktidarda kalsa bile hegemonya kuramaz. Ayrıca köylülüğünü dönüştüremeden, yanlışları uyaramadan birçok sağ aydın göçüp gitti. Hepsi iyi insanlardı fakat gençler için bir düşünce modeli olamadılar.

Sezai Karakoç’un 1993’te söylediği şu söz, bugün hâlâ geçerliliğini korur: “Erbakan’ı anlamıyorum. Sürekli parti kuruyor, iktidar için acele ediyor. Oysa iktidarı elde etmek zor değil; zor olan iktidarı bir fikrin etrafında sürdürebilmektir. Acele etmeye gerek yok. Önce yıllarca fikir üretsinler. İktidar en kolayı.”

Bugün artık köylülük bir yer değil, bir tavırdır. Mesele köyde yaşamak değil; yeniye, ötekine, farklı olana nasıl baktığımızdır. Bir toplumun zihni meraksızsa, görgüsü şekilcidir; vizyonu yoksa, modernliği taklittir. Tam da bu nedenle kültürel iktidar, sadece tarihî referanslarla değil, zihniyet dönüşümüyle mümkündür.

Bugünün krizi tam olarak buradadır. Siyasal hâkimiyet var, ekonomik güç var; fakat kültürel hegemonya hâlâ yok. Toplum kaygılı, mutsuz ve zihinsel olarak bölünmüş. Mahalle devletleşti ama kültürleşemedi; iktidar büyüdü ama düşünce üretilemedi; sanat, bilim, etik ve estetik temsili kaldı. Mümtaz Turhan’ın dediği gibi, gerçek kalkınma zihniyet değişimidir. “Köylülüğü” dönüştürmeden kültürel iktidar kurulamaz. Zihin açılmadan, merak doğmadan, görgü gelişmeden; ne sanat yeşerir, ne bilim büyür, ne de toplumsal güven oluşur.

 

 

Karar'dan alıntılanmıştır.

Bu yazı toplam 106 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 474 99 63 | Haber Yazılımı: CM Bilişim