Bugün 14 Mayıs 2025 Çarşamba
  • Antalya22 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    3968.239
    %-2.18
  • Dolar
    38.7486
    %-0.14
  • Euro
    43.4864
    %0.05

Eşref Ural / Journal - Konuk Yazar

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Eşref Ural / Journal - Konuk Yazar

“BARIŞ SÜRECİ” ÜZERİNE TEZLER

14 Mayıs 2025 Çarşamba 14:55

Evvelâ kısa bir tarihi çerçeve üzerinden hafıza tazeleyelim ve ilk tezimizi yazalım; eğer 1914’te cihan harbi başlamasa, çok büyük ihtimalle Osmanlı Türkiyesi 1920’li yıllarını Kürtlerin ve Ermenilerin statü talepleri üzerine yoğun bir mücadele içinde geçirecekti. Bu kaçınılmazdı, çünkü işaretleri 1878 Berlin Antlaşmasında verilmişti. Rumeli toprakları milliyetçilik fırtınası altında savrulurken, Anadolu topraklarının bu sürecin dışında kalması beklenemezdi. Ama ve fakat, Cihan Harbi hem dünya sistemini hem de Anadolu’yu bambaşka bir noktaya savurdu. Savaş bittiğinde ve Sevr antlaşmasında hem Kürtlere hem de Ermenilere Anadolu’da ciddi bir pay bırakılıyordu aslında. Ancak, Sevr paylaşım planında emperyalistler çok büyük bir hata yaptılar ve Kürt şehirlerini Ermenistan haritası içine aldılar. Zaten 1915 olaylarının hesabının kendilerine de sorulacağından endişe duymaya başlayan Kürt şefleri, ister istemez dümeni Ankara’ya kırdılar, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte hareket etmek zorunda kaldılar.

 

Milli Mücadele bitti ve Lozan süreci başladı. Dönemin Kürt siyasi liderleri Lozan’da kendilerine de hukuki bir statü verileceğini umuyorlardı, ama bu olmadı. Lozan’da sadece “gayrı-müslim azınlıklar” ayrı bir şekilde kategorize edildi ve Kürtler dahil bütün Müslüman toplum kesimleri tek bir millet gibi adlandırıldı. Bu sonuç hiç kuşkusuz Kürt şefleri arasında büyük bir kırgınlık yarattı ve Ankara’nın kendilerine ihanet ettiğini düşünmelerine yol açtı. Yani aslında Şeyh Sait isyanından PKK isyanlarına kadar geçen bütün Kürt siyasi isyanlarının temeli Lozan’a dayanır.

 

Ankara bu süreçte şöyle düşünüyordu; Kürtlerle Türkleri aynı hedefte, Türk vatandağlığı bağlamında, tek bir ulus olarak yeniden inşa edebiliriz ve bu sorunu da böylece aşabiliriz! Ama çağın şartları, tarihin akışı, milliyetçilik akımının giderek güçlenmesi, iktidarların yaptıkları büyük hatalar, bölgesel ve uluslararası güçlerin de meseleye müdahil olmaları gibi başka pek çok sebepten dolayı, cumhuriyetin bu projesi tutmadı. 1960’lardan itibaren de hızla çözülmeye başladı ve bu günlere gelindi.

 

Şimdilerde yeni bir “barış sürecinden” söz ediliyor ve PKK 12 Mayıs itibariyle silahlara veda ettiğini ve kendisini fesh ettiğini açıkladı. Kuşkusuz herkes adına, Türkiye adına çok güzel bir gelişme. Ama süreç öylesine yukardan, öylesine gizli kapaklı, öylesine gizemli bir şekilde seyrediyor ki, kimse sevinemiyor, neredeyse herkes tedirgin. Süreci yöneten dar kadro istiyor ki kimse soru sormasın, kimse olumsuz bir fikir beyan etmesin, kimse endişe duymasın, pişirdiğimiz yemeği sessizce oturup yesin!

 

Ve bu sergilenen gizem nedeniyledir ki, bu süreçte örneğin Yörük-Türkmen toplum kesimlerinin endişeleri, kaygıları hiç önemsenmiyor. Bu kesimlerin endişelerini giderecek tek bir söz edilmiyor, örneğin Trabzon’daki, Isparta’daki, Kütahya’daki, Denizli’deki insanlar bu sürece nasıl bakıyorlar, baktıklarında ne görüyorlar, ne hissediyorlar, bunları ciddiye alan yok. Bu tutumu da tuhaf ve tehlikeli görüyorum.

 

Gerekçesi ne olursa olsun, PKK’nin eline silah almayacağı ve dahi kendisini feshetmiş olması tarihi bir olaydır ve çok önemlidir. Çünkü artık şimdi gerçekte kimin ne niyetle, hangi talep üzre siyaset yaptığını çok net görebileceğiz. Örneğin Kürt siyasi hareketinin Türkiye’nin demokratikleşmesi ve kendi kültürel/toplumsal haklarının bir parçası mı, yoksa ayrılıkçı/bağımsız bir Kürt ülkesi hayalinin neferi mi oldukları netleşecek. Aynı şekilde, devletin de bu meseleyi modern, eşitlikçi, demokratik ve hukuki bir zeminde algılayıp algılamadığı kolaylıkla görülebilecek. Çünkü silahlar susmuş olacak ve herkes niyetini ayan beyan göstermiş olacak. Ez-cümle; en kötü barış, savaştan iyidir! Hele bu savaş bir de “iç savaş” olarak cereyan ediyorsa, bu elbette katmerli bir iyilik halidir. Çünkü dünya tarihinin en kirli, en aşağılık savaş türü iç savaştır.

 

 

Kimselerin moralini bozmak istemem, ama şunları da söylemeden geçemeyeceğim; ben bu coğrafyada halkların lehine bir barış sürecinin tesis edileceğine asla inanmıyorum. Şimdi değil, uzun yıllardır böyle düşünüyorum. Öte yandan, PKK fesih bildirisinde öyle ifadeler var ki, benim bu tahminimi daha da güçlendiriyor. “Bize soykırım yapıldı” diyorlar meselâ. Yani geçmişe vurgu yapıyormuş gibi görünerek aslında geleceğe yatırım yapıyorlar. Bu çok tehlikeli. Aynı bildirgede Lozan’a ve 1924 Anayasasına reddiye göze çarpıyor ki, bu aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin temel direğine huruç eylemek anlamına gelir. Toplumun kahir ekseriyetinin Cumhuriyetin kuruluş temellerine sıkı sıkıya bağlı olduğu düşünülecek olursa, bu cümleler de yangına körük olarak orada duruyor.

 

Devlet tarafı da meseleyi toplumdan, millet meclisinden habersiz bir şekilde yöneterek, belirsizliği ve insanların yüreğindeki endişeleri daha da besliyorlar, bu da işin başka bir tuhaflığı.

 

Kimin aklının arkasında ne var, kimin gizli ajandası daha güçlü, bunu zamanla göreceğiz. Ama her ne olursa olsun silahların susması anlamlıdır, doğrudur, hayırlıdır. Artık bundan sonra siyaset terminolojisi üzerinden konuşacağız. Diğer her şey bir yana, bu noktayı çok önemsiyorum. Umarım ülkemiz için hayırlı sonuçlara çıkacak bir yolculuğun başında duruyoruzdur.

 

 

Bu yazı toplam 130 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0 242 311 76 60 0 242 311 76 61 | Faks : 0 242 311 46 64 | Haber Yazılımı: CM Bilişim