Bugün 26 Aralık 2025 Cuma
  • Antalya18 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    6219.399
    %0.80
  • Dolar
    42.8843
    %0.13
  • Euro
    50.5836
    %-0.63

MUHARREM YELLİCE / KONUK YAZAR

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
MUHARREM YELLİCE / KONUK YAZAR

SELÇUKLULARIN KURUMLARI, FETİHLE DEĞİL; FETİH SONRASI OLGUNLAŞTI.

30 Ekim 2025 Perşembe 08:17

Ali Yıldız’ın “Selçuklular yeni şehirler kurup imaret ve vakıflarla sosyal-kurumsal düzeni öncelikle inşa etti; Emevî ve Abbasîlerin yapamadığını bunlarla başardı” şeklindeki hükmü, kronolojiyi ters okumaktır. Anadolu’da gördüğümüz bedesten, kervansaray, pazar–panayır düzeni ve vakıf temelli hayır kurumları, fetihle eşzamanlı sebepler değil; fetihten sonra—özellikle 13. yüzyılda—yerleşen sonuçlardır. “Türkleşme ve İslâmlaşma fetihle bir anda oldu” gibi bir tarihî bakışa katılmadığım gibi, Oğuz Türkçesiyle gelen oymakların önemli bir kısmı medrese aracılığıyla dillerini unutarak kendi milletine yabancılaştı. Bu yabancılaşmaya tepki, 1239 başlayıp 1240 yılında biten Türkmen Babâî   ve 1262’deki Ahievran’nın Kırşehir İsyanı’nda görülür: yabaları ve oraklarıyla yabancılaşan devlet gücüne başkaldıran Türk ruhudur bu isyanlar.

Selçuklu siyasal coğrafyası, sıfırdan şehir kurmaktan çok mevcut Bizans/Roma şehirlerini devralma ve dönüştürme üzerine kuruldu. İznik, Konya, Kayseri, Sivas gibi merkezlerin kadim kentsel iskeleti Selçuklu döneminde de sürdü; mimaride eski malzemenin yeniden kullanımıyla bu dönüşüm gerçekleşti. Bu tablo, fetihten hemen sonra “sıfırdan şehir ve sosyal düzen” kurulduğu iddiasını zayıflatır. Selçuklu’nun büyük şehirleri, Roma ve Bizans şehirlerinin devamıdır. Arif Nihat Asya’nın dizeleriyle söylemek gerekirse:
Sangarius’u Sakarya yapan,
İkonyum’u Konya yapan dille konuşurdum
.”

Türklerin kurduğu en büyük şehir, Uygurlar döneminde Karakorum’da kurulmuştur. Semerkant ve Buhara gibi büyük şehirleri ise M.S. 2. yüzyılda Sasani İmparatoru Erdeşir kurmuştur. Selçuklular mevcut merkezleri genişletip han-kervansaray zincirini yaygınlaştırdılar. Bu yaygınlaşma ancak askerî hâkimiyet ve mali kapasite sağlandıktan sonra mümkün olabildi; bu da doğaldır. I. Alâeddin Keykubad devrinde (1220’ler–30’lar) ağ adeta patlama gösterdi: Aksaray Sultan Hanı, Ağzıkara Han, Antalya yakınındaki Kırkgöz Han gibi yapılar, istikrarın ardından gelen bir kamusal yatırım dalgasının ürünüdür. Bu nedenle kervansaray ağı, fethin anahtarı değil; onun ardından doğan güvenlik ve sermaye birikiminin sonucudur. Sermaye birikimi ise İpek Yolu’nun güvenliği sayesinde sağlanmıştır: Turfan’dan yahut Çin’den çıkan kervan, Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçuklularının temin ettiği yol emniyetiyle Avrupa içlerine kadar ulaşabiliyordu. Arkadan gelen Moğol baskısı da bu ticaret yolunu ele geçirme hareketidir. Göktürk İmparatorluğu  döneminde ipek yolunun kuzey hattına Göktürkler hakimdi.

L. N. Gumilev’in ifadesiyle Türklerin toplumsal kurumlarının karmaşık biçimleri—birlik ve bağlılık düzeni, rütbe hiyerarşisi, askerî disiplin ve diplomasi—tarihsel süreklilik gösterir. Bu süreklilik, Anadolu’da kurumların bir anda değil, güvenlik ve iskânın sağlanmasının ardından genişlemesini açıklar.

İmaret kavramı Selçukluda dağınık örneklerle bulunsa da “herkese açık sosyal mutfak” ve düzenli yardım modeliyle şebeke hâlinde işletilmesi esasen Osmanlı’nın 14.–15. yüzyıl tecrübesinde kurumsallaşır. Selçuklu vakfiyeleri elbette vardır; medrese, darüşşifa ve hanların bir kısmı vakıfla işler. Fakat bunları toplumu baştan sona kuşatan düzenli imaretler şeklinde düşünmek anakronizmdir. Nitekim Kayseri’deki Gevher Nesibe Darüşşifası (1205/1206) gibi erken ve parlak örnekler bile fetihten sonraki kurumsal olgunlaşma evresini işaret eder; ayrıca hedef kitleleri sınırlıdır: hastalar, talebeler, seyyahlar.

Jean-Paul Roux’nun belirttiği gibi Anadolu, Malazgirt sonrasında uzun süre “gaza diyarı” olarak algılandı; örgütlü devleti reddeden savaşçı göçebe unsurlar buraya sevk edildi. Bu çerçeve, fetih ânında geniş ve kapsayıcı bir şehirli sosyal yardım ağının neden beklenemeyeceğini de gösterir. Şah İsmail’in devlet kurmasından sonra Anadolu’ya Oğuz göçü durdu. 16. yüzyıl Türk asrıdır; bu asrın sözünü Türk hanları söyledi.

Bedesten, şehir içi kıymetli malların korunaklı ticaret mekânı olarak asıl kimliğini Osmanlı şehirleşmesinde (14.–15. yüzyıl) kazanır. Selçuklu şehirlerinde ticaret daha çok çarşı-arasta ekseninde yürür; “bedestenleşme” daha geçtir. Pazar-panayır geleneği eskiye uzansa da süreklilik kazanması, 12.–13. yüzyıllarda tesis edilen güvenlik ve altyapı istikrarına bağlıdır. Bu bakımdan “bedesten–imaret–vakıf düzeni”ni Selçuklu fethinin hemen ve başat araçları gibi göstermek, hem kavramsal hem tarihsel bakımdan isabetsizdir.

Kurumların yerli (Hristiyan) halk üzerindeki etkisi de kısa vadede sınırlı ve gecikmelidir veya hiç yok gibidir Bu nufusun çoğu Moğol baskısıyla Bizansa sığındı. 11.–13. yüzyıllarda Anadolu’nun önemli bir kısmı hâlâ Hristiyan nüfus barındırıyordu. İslâmlaşma ve Türkleşme, 11.–15. yüzyıllar arasında yayılma ve dönüşüm çizgisi izler. Medrese, darüşşifa, han, kervansaray  gibi yapılar öncelikle Müslüman şehirli elit, talebe, seyyah ve tüccarı hedefler; kırsaldaki yerli Hristiyan çoğunluk üzerinde doğrudan ve hızlı bir dönüştürücü etki üretmez. Kurumsal mimarinin etkisi, güvenlik-yerleşim-ekonomi dengesinin oturmasıyla zaman içinde artar.

Son kertede doğru okuma bana göre şudur: Önce kılıç ve iskân; ardından, istikrar sağlandığında kurum ve iktisat başarıları gelişir. Selçuklu başarısı, fetihle eşzamanlı kurumsal bir mucizeye değil; fetihten sonra gelen düzen, güvenlik ve sermaye birikimine dayanır. Bu nedenle “Anadolu fethinin anahtarı, fetihle birlikte kurulan imaret ve vakıf-bedesten düzenidir” iddiası, tarihî seyir ve kurumsal işlevlerle bağdaşmaz.

Atatürk’ün hazırlattığı ve pedagog Jean (J.) Devy’nin incelediği müfredata göre düzenlenen Türk Tarihinin Ana Hatları kitabının müfredattan kaldırılmasından sonra, zorlama bir tarih anlayışı geliştirildi. Sanki Anadolu’yu Gumilev’in “Arap fütuhatçısı” dediği Ahmed Yesevî’nin dervişleri ordusuz, oksuz fethetmiş gibi! Ordusuz, oksuz fetih olur mu? Gönülle kim dil ve kültürünü değiştirmiş tarihte örneği var mı?

Anadolu’nun tapusu Oğuz Türklerinin atlarının nallarına nakşedilmiştir. Bu tapu Türk’ündür.

KAYNAKÇA

1- Claude Cahen, Osmanlı Öncesi Türkiye: Yaklaşık 1071–1330 Arası Maddî ve Manevî Kültür ile Tarihe Genel Bakış

2- L. N. Gumilev, Eski Türkler. Selenge.

3- Jean-Paul Roux, Türklerin Tarihi: Pasifik’ten Akdeniz’e İki Bin Yıl. Milliyet Yayını.1971.

 

 

Bu yazı toplam 932 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 474 99 63 | Haber Yazılımı: CM Bilişim