Bugün 21 Haziran 2025 Cumartesi
  • Antalya26 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    4296.947
    %0.03
  • Dolar
    39.6155
    %0.00
  • Euro
    45.6765
    %0.00

Eşref Ural / Journal - Konuk Yazar

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Eşref Ural / Journal - Konuk Yazar

TUTKAL

16 Mayıs 2025 Cuma 12:17

PKK’nın kendisini feshettiği ve dolayısıyla silahlı mücadele döneminin kapandığını ifade etmiş olması, iyimserlikle birlikte endişeleri de beraberinde getirdi. MHP gibi bir partinin ansızın geleneksel politikasından radikal bir şekilde dönüş yapması ve elli yıllık bir şiddet örgütünün birdenbire kendisini feshetmesi, elbette anlaşılması ve hazmedilmesi kolay şeyler değil. Ne oluyor, kim ne kazandı, devlet savaş mı kaybetti, ne alındı, ne verildi…. Bu minvalde onlarca soru var insanların toplumun aklında. Böylesi önemli süreçlerde bu tür soruların sorulması anlamlıdır ve doğaldır. Siyasi iktidarın görevi de, zihinlerdeki bu soruları, kaygıları ve endişeleri giderecek açıklamalar yapmak ve süreç hakkında toplumu bilgilendirmektir. Amma ve lakin, örgütün fesih beyannamesinde Lozan’a eleştirel bir vurgu yapılmış olması, pek doğal olarak, “ne oluyor yahu, savaş mı kaybettik?” endişesini besleyen önemli bir argüman olarak orada duruyor. Ve ben de izninizle bu hususta bir şeyler söyleyeceğim.

 

Bu ülkede iki sosyal kesim var ki, Türkiye’nin kuruluş senedi olarak adlandırılan Lozan’ı hiçbir zaman içlerine sindiremediler; İslamcılar ve Kürtler! İslamcılar, Lozan antlaşmasının Türkiye’nin islamdan vazgeçmesi karşılığında ve bu taahhüt neticesinde imzalandığını iddia ettiler ve pek çoğu da halen böyle düşünmektedir. Kürtler ise, Lozan’da Mustafa Kemal Paşa’nın kendilerine ihanet ettiğini, satıldıklarını, aldatıldıklarını hep düşündüler ve cumhuriyet tarihi boyunca gösterdikleri her türlü siyasi tavrın kaynağının Lozan ve onun doğal uzantısı olan 1924 Anayasası olduğunu dile getirdiler.

 

Peki 1924 anayasasının ruhu neydi? Ulus-devlet anlayışına bağlı bir ülke kurmak ve bu sayede elde kalan Anadolu-Rumeli topraklarını salimen ayakta tutmak.  Ziya Gökalp’in Türkçülük anlayışı burada devreye girdi ve Anayasa’daki “Türk” tanımı şu şekilde formüle edildi; “vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür”. Tanım bu. Bu formülasyonda “Türk” kavramı bir kavmi, bir ırkı, bir ulusu değil, esasen bireyleri ve toplumu ifade eden kapsayıcı bir kavram, bir nevi “tutkal” olarak arz ediliyordu. Tutkala ihtiyaç vardı, çünkü imparatorluk artığı bir ülke kuruluyordu ve Anadolu’da kavimsel anlamda Türk olmayan başka topluluklar da vardı; Kürtler, Çerkezler, Araplar, Boşnaklar, Ermeniler, Ezidiler vsvs. O günkü kurucu önderlik, “Türk” tanımını bir nevi tutkal olarak gördü ve böylece Anadolu’da  birleştirici bir kavram olarak düşündü ve resmileştirdi, mesela tam olarak budur.

 

Türk meselesini bu şekilde formüle ettiler, peki din meselesi? Genç Cumhuriyet, ta Selçuklu dönemlerinden başlayan ve Osmanlı ile devam eden geleneğe bağlı kalmayı seçti; Sünni-Hanefi bir islam anlayışı, bu topraklara en uygun dinî yorum olarak kabul ettiler. Çünkü Türkler ve Kürtler sünni islam anlayışına bağlıydılar ve islamın bu yorumu, Anadolu için bir diğer “tutkal” işlevi görebilecekti. Sonradan anayasaya “laiklik” maddesini de ekleyerek, bilhassa Alevî inancına mensup toplum kesimlerini de bir miktar rahatlatmış ve sisteme entegre etmiş oldular.

 

Şimdi gelelim meselenin en ince noktasına; peki yukarıda kısaca izah etmeye çalıştığım “tutkal” projesi amacına ulaştı mı? Bu günden bakıldığında görünen o ki, hayır, maalesef başarıya ulaşamamış görünüyor. Çok açık ki 1924 Anayasasında vurgulandığı şekliyle “Türk” tanımı, tarihsel olarak Türk olmayan toplum kesimleri açısından, en başta da Kürtler, ikna olmamış görünüyor. Yani bu anlamda “tutkal” işe yaramamış, amacına ulaşmamış. Geldiğimiz aşamada görünen budur.

 

Bu noktada benim aklımı tırmalayan asıl “zor soru” şudur; tamam, eski paradigmadan vazgeçilecek, orada yol tükendi, artık 24 Anayasasında ifade edilen “kavmî olmayan Türklük” stratejisinde sona geldik, tamam. Artık “Türk” kavramı tutkal olmaktan çıkıyor, anlaşıldı. Peki ama, yeni dönemin “yeni tutkalı” ne olacaktır? Yani bu Anadolu toprağı önümüzdeki yılları, yüzyılları, dağılmadan, bozulmadan, yıkılmadan, hangi kavramların, yani “hangi tutkalın” sayesinde geçebilecektir? Sakın ola bana, “demokrasi, hak, hukuk, adalet, kardeşlik, eşit yurttaşlık…” gibi kavramlarla gelmeyin, çünkü Ortadoğu coğrafyasında bu kavramların yeri ve anlamı yoktur. En azından geçen beş bin yıl içinde hiç olmadı.

 

Bu can alıcı soruyu tekrar formüle edelim ve bitirelim; yeni dönemde “tutkal” ne olacaktır? Fikri olan beri gelsin.

 

Bu yazı toplam 1048 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0 242 311 76 60 0 242 311 76 61 | Faks : 0 242 311 46 64 | Haber Yazılımı: CM Bilişim