Bugün 11 Temmuz 2025 Cuma
  • Antalya22 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    4298.154
    %0.38
  • Dolar
    40.1588
    %0.17
  • Euro
    46.9115
    %-0.08

Eşref Ural / Journal - Konuk Yazar

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Eşref Ural / Journal - Konuk Yazar

YORGUN TÜRK, YORGUN TÜRKİYE

10 Temmuz 2025 Perşembe 23:51

“Toplumlar da arada bir dinlenir” diyor Cemil Meriç; “toplumlar da arada bir dinlenir, kervanlar gibi. Ne kadar yol alınmış, hesaplanır”. İnsan yahut toplum, niçin dinlenir? Elbette yorulduğu için. Ve ben, bu ülkenin geçen iki asır boyunca çok fazla koştuğunu, çok fazla savrulduğunu, çok büyük badirelerden geçip geldiğini ve yorulduğunu düşünüyorum. Çok yorulduk ve gerçekten de durup dinlenmeye ihtiyacımız var. Durup dinlenmeye ve geçen uzun iki asrın muhasebesini yapmaya. Ne murad ettik, ne umduk, ne bulduk, neyi başardık, neyi başaramadık, ne kadar yol katedebildik… Bu soruları sakin bir kafayla sormaya ve analiz etmeye ihtiyacımız var.

Uzun 19. Yüzyıl (1789-1918) ve kısa 20. Yüzyıl, (1918-1989) hiç kuşkusuz her halkın ve ülkenin kaderine etki etti. Ama bizi, yani Türkleri, yani Türkiyeyi, kelimenin gerçek anlamıyla bir dağdan diğerine, bir ovadan ötekine savurup attı. Fransız ihtilali sonrası dünya gezegeninde hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı ortaya çıkmıştı zaten. Bizim devleti yönetenler de çok geçmeden bunun farkına vardılar. Büyük bir kasırga geliyordu ve acilen tedbir almak gerekiyordu. Evvelâ orduyu düzeltmeye ve modernize etmeye karar verdiler. Bu teşebbüs 1808 yılında padişah 3. Selim’in isyancılar tarafından öldürülmesi neticesinde sonuçsuz kaldı. Ve tam on sekiz yıl sonra, 1826 Haziranında, başkent İstanbul’da devlet ile ordu arasında bir iç savaş yaşandı. Devlet, kendi ordusunu imha etmek suretiyle tarihten silip attı!

Bundan sonra süratle “Batılılaşma” çabalarına hız verildi. Devleti yönetenler, yani saray ve bürokratlar, sanıyorlardı ki, Batı’ya ne kadar entegre olursak o kadar modernleşeceğiz ve yeniden güçlü bir ülke olacağız! Bu doğrultuda büyük çaba harcadılar, ama nafile. Olmadı. Sadece büyük Avrupa devletlerinin “Doğu Politikası” bağlamında bir uçtan diğerine savrulup durduk. Nihayet 1877 senesinde Ruslar bizi tarihe gömmek için saldırıya geçtiler, Rus Ordusu İstanbul’a kadar geldi ve İngiltere’nin falan devreye girmesiyle son anda İstanbul’a girmekten vazgeçtiler.

Koca devlet herkesin gözü önünde yıkılıyordu. Batıcılık ve Osmanlıcılık fikriyatı denenmiş, ama işe yaramamıştı, Rumeli elimizden çıkmış sayılırdı. Bu günlerde Rumeli’de yaşayan 5 milyon civarında Türk İstanbul’a akın etmek suretiyle canını zor kurtardı. İstanbul’un nüfusu bir anda birkaç kat artmış oldu.

Devlet bu kez yeni bir formül geliştirmeye karar verdi, yeni dönemin reçetesi “İslamcılık” olacaktı. Buna göre politikalar şekillenmeye başladı. Ama tarihin bu döneminde öylesine güçlü bir “milliyetçilik” fırtınası esiyordu ki, önünde ne İslam durabilirdi, ne de başka bir kavram. Neticede Müslüman ülkeler de kendi bağımsızlıklarının peşine düşmüşlerdi ve İstanbul artık onlar için pek bir şey ifade etmiyordu.

1913’te Balkanlarda kalan son toprak parçalarımızı da kaybettik, başta Selanik ve Manastır olmak üzere. Elimizde Anadolu’dan başka hiçbir şey kalmayacak gibi görünüyordu. Ve devlet bu süreçte hızla “Türkçülük” reçetesine sarılmaya karar verdi. Rumeli gitti, Kafkaslar gitti, Arap toprakları da gidecek belli, o halde ne yapıp edip Anadolu’ya sahip çıkmak zorundayız! Devletin bakış açısı tam olarak buydu.

Sonra Cihan Harbi patladı, yenildik ve yıkıldık. Onlarca yıldır ayakta kalmak için çırpınan, yollar arayan imparatorluk, nihayet yere serildi. Ama Türkler yine de bu enkazdan bir modern Cumhuriyet çıkartmayı başardılar 1923’te. Evet, eksikleri vardı, evet demokratik değildi, evet, sorunları vardı. Ama nihayetinde Cumhuriyet rejimini kurmayı başarmışlardı. Nasıl çalışır Türk kafası; “buna da şükür, anamın evinde bu da yoktu, göç yolda düzelir”.

Anadolu’da kalmayı başarmıştık ve yeni bir rejim altında yaşıyorduk artık. Bazen darbeler oluyor, başbakanlar asılıyor, gençler idam ediliyordu falan. Ama yine de geçinip gidiyorduk işte. Bir ülkemiz vardı, yeterince adil ve demokratik olmasa da bir cumhuriyetimiz. Herkesi “bir ulusun” çocukları kabul ediyorduk ve laik cumhuriyetin de inanç özgürlüğünü yeterince sağladığını düşünüyorduk. Ama 1970’lerden itibaren hayatımıza yeni ve başka kavramlar girmeye başladı: Kürtler, tarikatlar ve cemaatler. Bilhassa 1980’den itibaren bu kelimeler devletin, milletin ve ülkenin gündelik yaşamına yerleşip kaldı. Türkiye’nin son kırk beş yılda en yoğun konuştuğu şu üç kelime hiç değişmedi; Kürtler, tarikatlar, cemaatler.

Artık 1923 cumhuriyetinin temel prensiplerinin büyük ölçüde yıkıldığını söylemek zorundayım. Cumhuriyetin sadece iki hedefi vardı kurulurken; ulus-devlet olmak ve modern-laik-Batılı bir ülke olarak kalmak. Ve günün sonunda görüyoruz ki, artık Cumhuriyet bu iki hedeften çok uzaklarda görünüyor. Söylemeye dilim varmıyor ama, aslında belki de yeni bir rejimin içine girdik. Bu yeni rejimin hedefleri, tercihleri, öncelikleri nedir, belki henüz bilmiyoruz, ama yakın zamanda hepimiz öğreneceğiz.

Ve iki yüz senenin sonunda elimizde kalan yorgun bir toplum ve yorgun bir Türkiye’dir sadece. Ne zaman dinlenecek, ne zaman geçmişin muhasebesini yapmaya vakit bulacak, kimseler bilmiyor. Bildiğimiz bir şey var; Türk yorgun, Türkiye yorgun.

Bu yazı toplam 115 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 474 99 63 | Faks : 0 242 311 46 64 | Haber Yazılımı: CM Bilişim