Bugün 05 Aralık 2025 Cuma
  • Antalya10 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    5744.242
    %0.07
  • Dolar
    42.5016
    %-0.14
  • Euro
    49.4879
    %-0.41

MUHARREM YELLİCE / KONUK YAZAR

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
MUHARREM YELLİCE / KONUK YAZAR

İKİ İDEALİST İNSANIN ÜRETİM MÜCADELESİ: ALİ TUR VE MÜMTAZ OTUR

05 Aralık 2025 Cuma 18:51

Bu ülkede bir dönem, devlet bursuyla yetişen mühendisle ideolojik sendikacı, aynı fabrikada yan yana durdu. Biri, “Bu devlet beni okuttu, bu millete borçluyum” diyordu; öteki, “Sınıf mücadelesi” sloganıyla fabrikayı hedef gösteriyordu. Ali Tur’un Bozo romanının ikinci cildiyle, Adnan Yolalan’ın Bir Mümtaz İnsan kitabı, tam da bu çatışmanın iki çarpıcı örneğini anlatıyor. İki eserde gayretleriyle fabrika kuran, devletin imkânıyla yetişip ülkesine  hizmet eden  aydınlar, sonunda hüsranla baş başa kalıyor; “işçi hakkı” adına sahneye çıkan kimi sol işçi örgütleri ise, süt emdiği ineği boğazlayan çani gibi, kendi ekmek kapısını kendi elleriyle yok ediyor.

Ali Tur’un çizdiği dünyada karşımıza Mardinli bir Kürt aydını çıkar. Yoksul bir çevreden çıkmış, yatılı okullarda sürünerek teknik öğretmen olmuştur. Hayata bakışı nettir: “Bu diploma benim değil, milletimin bana emanetidir.” Kendisine açılan rahat ve bireysel zenginlik yollarını değil, sanayiye, üretime, bu toprakların kalkınmasına hizmet etmeyi seçer. Çalıştığı fabrikada   üretimi en seviyelere çıkarır. Fabrika sahibinin kızı ile evlenir.  Fabrikanın ortağı olur. Bu başarı  gece gündüz çalışmanın mükafatıdır.Çelik dolap üreten bir fabrikanın  devleşmesi büyümesi, bu çalışmanın somutlaşmış hâlidir. Devlet Malzeme Ofisi’ne yapılan çelik dolap satışlarıyla fabrika büyür; sadece patron değil, işçi de kazanır. Atölyede, ofiste, sahada hissedilen hava, klasik bir “sömürü düzeni”nden çok, “aynı gemideyiz” duygusudur. Üreten bir Türkiye hayali, hem yöneticinin hem ustanın hem işçinin yüreğinde karşılık bulur.

Ne var ki 1974’te DİSK öncülüğünde patlayan grevlerle birlikte çarklar bir anda durur. Kâğıt üzerinde bu bir “işçi hakları mücadelesidir; sloganlar, pankartlar, nutuklar öyle söyler. Ama fabrika cephesinden bakıldığında görülen manzara başkadır: Kazanlar donar, üretim durur, fırınlar soğur, makineler paslanmaya bırakılır. İş bırakma, emekçinin elini güçlendirmek yerine, onun çalıştığı kapıyı hedef alır. Sonunda fabrika kapanır. Ne işçi kalıcı bir kazanım elde edebilmiştir, ne de ülke kendi sanayi hamlesini ileri taşıyabilmiştir. Arkada bırakılan, boşalmış bir fabrika binası, işsiz kalmış insanlar ve “iyi niyetle kurduğumuz bu işletme niçin bu hâle geldi?” diye içi yanan bir aydın kuşağının halkasıdır Ali Tur. Fabrikanın üzerine kurulu arsası satılarak işçi tazminatları piyasa borçları ödenir. Ortaklar ceketlerini alarak çıkıp giderler. İş veren Fabrikasız çıplak, işçi işsiz kalır.  . Ali Tur bu olayın sonucunu şöyle anlatır. Fabrika sahibi Ahmet Karamancı 350 çalışanını tazminatlarını öder. Çünki o Ahilik kültürüyle yetişmiş bir vatanseverdi. Yoksul Cumhuriyetin bu günlere gelmesinde alın teri vardı. Komünizm denilen şey bu tere göz koyan asalaktır.  Bu asalakların araçları kullandıkları fakir insanlardır. Onlar işsiz kalsın ki ülke istedikleri rejime boyun eğsin. Atatürk bu gerçeği bildiği için Şefik Hüsnüleri   1925 yılında   50 arkadaşıyla beraber Komünist olmamakla suçlayarak TKP.yi kapattı. Şefik Hüsnü   Paris’e kaçtı.  Şeyh Said ve Şefik Hüsnü’nün komünistlik belası aynı zamana rastlamıştı.   Kökten dinci yapı ile komünist yapı bir devleti yıkmak için ortak hareket eder. Çünkü merkezleri aynıdır. Atatürk bu iki gerici zihniyetle mücadeleyi hedeflemiştir. Bu pislikler temizlenmeden aydınlanma ve muasır medeniyet seviyesine çıkmak mümkün değildir. Komünizm her görüldüğü yerde ezilmelidir diyerek aydınlanmacı görünen bu emperyalyalist zihniyete tavır almıştır.

Adnan Yolalan’ın anlattığı Mümtaz Onur’un hikâyesi, bu kez roman değil, gerçek hayattan damıtılmış bir biyografi olarak karşımıza çıkar. Ali Tur’un romanı da kendi yaşadığı gerçektir. Biyografik roman. Mümtaz Onur, MKE bursuyla okumuştur. İsteseydi özel sektörde yüksek maaşla, çok daha konforlu bir hayat sürebilirdi. Bu teklifi almıştır. Ama o, tıpkı Ali Tur’un  Bozo’su gibi düşünür: “Bu maaşı, bu diplomanın imkânlarını bana bu devlet verdi; ben ülkeme borçluyum.” Yıllarını MKE’de mücadeleyle geçirir; mühendislik bilgisiyle, sabrıyla, inancıyla kurumunu güçlendirmeye uğraşır.

Bu çizginin devamı olarak Antalya Pil Fabrikası’nı kurup işletmeye açmaya koyulduğunda, aslında sadece bir fabrika değil, Türkiye’nin sanayi geleceği adına yeni bir kapasite inşa etmektedir. Fabrika işler, üretim başlar,  700 işçi 100 memur vardır Memur ve işçiler maaşlarını düzenli alır, şehirde yeni bir istihdam ve teknoloji odağı doğar. Pil Fabrikası özel bir fabrika değil Kamu iktisadi kuruluşudur. MKE. ya bağlıdır. Ne var ki kısa sürede yine aynı güçler devreye girer: Sol işçi örgütleri, DİSK öncülüğünde fabrikada grev sürecini ateşler. Gerekçeler “işçi hakkı”dır, ama yöntemler ve sonuçlar, bu hakkı savunmanın ötesine geçen bir siyasî hesaplaşmaya dönüşür. O günlerin siyasî figürlerinden Deniz Baykal, bu süreçte işçileri olumsuz etkileyen, kışkırtıcı bir tavrın içinde resmedilir. Mümtaz Onur’un derdi ne cebini doldurmaktır ne de işçiyi ezmek. O, ülkenin mühendislik birikimini fabrikaya, fabrikayı da milletin geleceğine taşımaya çalışan biridir.  Deniz Baykal,  Bir yığın kışkırtıcı laf ettikten sonra işçilere şöyle konuşur. ” Siz yanlış hedef seçtiniz. Eğer başarı kazanmak istiyorsanız fabrika müdürünü hedef alacaktınız."

Halbuki Fabrika bir patronun değil devletin. Müdür Kamu görevlisi. Bu konuşmayı duyunca Mümtaz Onur, “donup kaldım. Başımdan kaynar sular döküldü.” Diyor.

Grev uzadığında, Mümtaz Onur’a bu kez ülkücü gençler gelir ve “Grev kırıcı olarak fabrikaya girelim, üretimi yeniden başlatalım” derler. O ise bu teklifi reddeder. Çünkü prensip sahibidir; işçisini, ülkesinin başka gençlerine kırdırmak istemez. Polis zoruyla, taşeron kavgalarla, kanla açılmış bir fabrikanın ruhuna inanmamaktadır. Ne var ki bu mert tutumunun karşılığı nankörlük olur. Bir zamanlar işi verdiği, ekmek kapısını açtığı işçiler lojmanını kurşunlar, onu ölümle tehdit eder. Gözünü bile kırpmadan fabrikayı kuran, risk alan bu adam, bir anda hedef tahtasına konur. Sonunda Antalya Pil Fabrikası da kapanır; işçiler işsiz kalır, Mümtaz Onur ise meslek hayatının sonunda derin bir hüsranla baş başa bırakılır.

Bu iki hikâyeyi yan yana koyduğumuzda, karşımıza, sloganlarla süslenmiş acı bir gerçek çıkar. Sol işçi örgütleri, özellikle DİSK etrafında şekillenen kimi yapılar, “emek mücadelesi” adıyla yola çıkıp, kendi fabrikasını, kendi mühendisini, kendi işçisini vuran bir çizgiye savrulmuştur. Elbette sendika hakkı kutsaldır; işçinin alın terini savunmak, insan onurunun gereğidir. Fakat Bozo’daki çelik dolap fabrikasının ve Bir Mümtaz İnsan’daki Antalya Pil Fabrikasının başına gelenler, hak aramanın, bizzat emekçinin ekmek teknesini batırdığı anları da hatırlatır. Fabrikayı kuran, büyüten, işçiye maaş ödeyen insanlar, bir anda “sömürücü” ilan edilir; işçinin önüne “ya bizimle yürüyeceksin ya da hain olacaksın” ikilemi konur. Grev, üretimi iyileştiren, çalışma şartlarını düzenleyen bir araç olmaktan çıkar; ideolojik kamplaşmanın silahına dönüşür. Sonuçta fabrika kapanır, işçi işsiz kalır, ülke de teknoloji ve üretim kapasitesinden olur.

Bu tablo, sendikanın emek örgütü olmaktan çıkıp, adeta bir “ulusal yıkım örgütü” gibi davranmaya başladığı anı gösterir. Çünkü kendi ülkesinin fabrikasını batıran, kendi mühendisini hedefe koyan, kendi işçisini işsizliğe sürükleyen, dışarıdan ithal ideolojik kalıpları memleket gerçeğinin önüne koyan bir hareketin artık “işçi hakkı”ndan değil, ülke aleyhine siyasî pozisyondan söz ettiği açıktır. “Süt emdiği ineği öldürmek” atasözü bu manzarada kuru bir benzetme değil, bire bir yaşanmış bir dramın özeti hâline gelir. Fabrikayı kuran el, aynı zamanda maaşı ödeyen eldir; o eli ideoloji uğruna kesmek, günü kurtarabilir ama yarını karartır.

Ali Tur’un Mardinli, yatılı okumuş Kürt aydını da, Mümtaz Onur da , Türkistandan doğu Karadeniz’e yerleşen bir Türk ailenin çocuğudur. Bu iki aydın ülkenin aslında özlediği aydın tipidir. Devlet bursuyla okuyup vatanına dönen, özel sektörde yüksek maaşı elinin tersiyle itip Anadolu’da fabrika kuran, kendini zengin etmekten çok “ülkeme borcumu ödemeliyim” diyen, sağdan da soldan da gelen şiddete kapısını kapatan, işçisini başka gruplara kırdırmak istemeyen bu insanlar, sonunda yalnızlık ve hayal kırıklığıyla baş başa kalmıştır. Bozo’nun fabrikası kapanmış, Mümtaz’ın pil fabrikası susmuştur.

Bugün geriye dönüp baktığımızda, kendimize şu soruyu sormak zorundayız: Biz hangi tarafın yanında duracağız? İdeolojiyi emekçinin, fabrikayı ülkenin üstüne çıkaranların mı; yoksa “Bu devlet beni okuttu, ben bu millete borçluyum” diyen, alnı ak ama kalbi kırık mühendislerin mi? Hak aramak, ekmek teknesini batırmak değildir. Emek savunusu, ülkenin sanayi damarını kesmek değildir. İşçi örgütü, işçiyi işsiz bırakıyorsa, patronu değil önce kendini sorgulamak zorundadır.

Bozo’nun çelik dolap fabrikası da, Mümtaz Onur’un Antalya Pil Fabrikası da, bizim yakın tarihimizin sessiz ama çok şey anlatan iki ağır dosyasıdır. Bu dosyaları kapatmak değil, açıp okumak; emek, hak, sendika ve milli sanayi tartışmalarında bir daha aynı hataları yapmamak için ders çıkarmak gerekir. Asıl görevimiz, bugün o hikâyeleri yeniden hatırlayıp, “işçi hakkı” adına bir kez daha kendi fabrikamızı, kendi aydınımızı, kendi geleceğimizi batırmamak olmalıdır

.150 yıl önce Tevfik Fikret gençlere buyruk vermiş. Yol o buyruktadır.

Yükselmeli alnın göklere

Doymaz insan denen kuş yükselmelere

Uğraş, didin, düşün, ara bul,   koş  ,atıl, bağır,

Durmak zamanı   geçti,  çalışmak zamanıdır.

 

1. Ali Tur. Bozo. 2. Ter ve Giyotin Papirüs yayını.sf.143. İstanbul.2024

 2. Adnan Yolalan. Bir Mümtaz İnsan. Ubuntu yayını.sf.155.Ankara.2024.

 3. Aynı eser. 115.

Bu yazı toplam 112 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 474 99 63 | Haber Yazılımı: CM Bilişim