Şiirimizde, dönemsel kurucu şairler vardır. Nazım, cumhuriyet öncesinde eğitimini tamamlamış olmasına rağmen, cumhuriyet sonrasında, toplumcu-gerçekçi yeni şiirimizin kurucu ve örnek alınan şairi olmuştur. Bu yüzden, ‘40 Kuşağı şairlerinin gerçek ustasıdır.
Nazım, Rusça’yı ana diline yakın düzeyde bildiği için, Mayakovski’yi orjinalinden okumuş ve ondan çok etkilenmiştir. Öncelikle şiirde sosyalist-gerçekçilik ilkesini ve esas olarak da şiirinin biçimini Mayakovski’den almıştır. Nazım, Mayakovski’nin şiir biçiminde uyguladığı dize kırılmaları yöntemini, Türk şiirine taşımış ve bunu çok mükemmel uygulamıştır. Şiirde dizeyi yarıda bölerek, alt dizeye taşımanın ve bunu şiir boyunca uygulamanın bir ritim ve iç ahenk sağladığını tespit etmiştir.
Nazım, toplumcu şiir kadar, aşkın da şairidir. Bunda, toplam on iki güzel kadınla yaşadığı gerçek aşkın etkisi tartışılmaz. Elbette Nazım’ın aşk konusunda oldukça ayran gönüllü olduğu, bu kadınlardan bir çoğunu da incittiği ve küstürdüğü açıktır. Türk şairleri aşk konusunda hep Nazım’ı örnek almak istemişlerdir; ancak onun rekoruna ulaşmak nafile bir çabadır. Dünyada hiçbir ölümlüye kolay kolay nasip olmayacak bir durumdur. Bu çok sayıdaki aşk serüveninin Nazım’a, şiirde aşk desteği verdiği açıktır.
Çok uzun yıllar haksız yere hapishanelerde kalmak, büyük şairi yormuş, yıpratmış ve üzmüştür. Öldürülmemek için yurt dışına kaçmıştır. Kaçtığı ülkede de mutlu değildir bir bakıma; güzeller güzeli Vera’ya rağmen. Çünkü Nazım, Stalin’in ölümünden sonra: “Her akşam bıyıkları yemek masamızda duruyordu” diyerek, Stalin korkusunu dile getirecektir.
Bu dünyadan bir Nazım geçti. İyi ki geçti. O bir şair olarak doğmuştu. Homeros gibi, Neruda gibi, Şirazlı Hafız gibi, Ömer Hayyam gibi, Karacaoğlan gibi ölümsüz şairler kervanına katıldı.
Bu yazı toplam 291 defa okunmuştur.