Eleştiriye tahammülsüzlüğün doruk noktaya çıktığı anlarda, en çok gereksinimiz olan olgu; kuşkusuz ki empati ve hoşgörü.
Eleştiri ile hakareti de birbirinden uzak tutmak, ayırmak gerekiyor.
Her eleştirinin de ayakları yere sağlam basması gibi kaçınılmaz bir gerekliliği olmalı.
Öte yandan eleştiriyi dikkate almak kadar, özeleştiri yapmak da büyük erdemliliktir…
Toplumsal reaksiyonumuzu güncel olaylarda gösterirken eleştiri olgusunda terazinin topuzunu kaçırıyoruz…
Ya da “duyarsızlığımız” tavan yapıyor!
Eleştiri ve övgü ekseninde; verdiğimiz kararları sorgulama süreci çoğu zaman gerçek kişiliğimizi yansıtma fırsatı verir bize…
Eleştiri ve övgüye çok sık başvururuz. En kolay yaptığımız işlerdir her ikisi de… Ancak iş özeleştiriye geldiğinde o kadar kolay kabullenemeyiz gerçekleri…
O gerçekler ki; aslında sıkı sıkıya sarılmamız gereken ve yaşantımızdaki doğru yolu gösteren pusuladır…
Sanki akıl tutulması yaşıyoruz… Yaşadığımız olayları bazen özetlerken “Şaka gibi!” tanımını kullanmak geliyor içimden.
Her ikisi de olumsuzluk tablosu…
Bilgi kirliliği kadar, tutarsızlıklar da ciddi tehlike…
Gerçeklerden kaçmakla geçen zaman; büyük bir kayıp!
Bu kaybı “görmezden” gelmek ise yanılgıların en büyüğü kuşkusuz…
Eleştiri; yerinde ve zamanında yapılırsa etkili sonuç verir…
Eleştiri denince nedendir bilinmez aklımıza hemen siyaset gelir…
Oysaki bu kavram çok tehlikeli bir virüs gibi etrafımızı sardı.
Siyaset zaten yaşantımızın çok önemli bir bölümünü “etki” altına almış durumda.
Ne kadar çok bu olgudan kurtulmak istesek de, ister istemez bu akıntıya kaptırıyoruz kendimizi.
Yaşanan tüm olayları sağlıklı bir şekilde özeleştiri yaparak değerlendirmek ve buna göre yol haritasını çizmek gerekiyor.
Yanlışlara, tutarsızlıklara, olumsuzluklara, çirkinliklere ve tüm tezatlıklara karşı verebileceğimiz en iyi cevap gerçekçi bir gözlemle olayları değerlendirmemiz olacak.
Ve mutlaka eğitim…
Eğitimde hep daha iyiyi, daha doğruyu ve kaliteyi aramak zorundayız.
Bu yazı toplam 457 defa okunmuştur.