Bugün 09 Kasım 2025 Pazar
  • Antalya21 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    5429.936
    %0.00
  • Dolar
    42.2029
    %0.00
  • Euro
    48.8609
    %0.00

HASAN YAKUP CANGÜVEN / KONUK YAZAR

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
HASAN YAKUP CANGÜVEN / KONUK YAZAR

10 KASIM; ATATÜRK, DUA VE BEDDUA

09 Kasım 2025 Pazar 15:33

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Başkomutanı, Başöğretmeni ve büyük lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün;

“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

Sözü, onun her insan gibi bir gün bu fani dünyadan ayrılacağının bilinciyle yaşadığını; hayatın geçiciliğini, millet ve devletin ise kalıcılığını idrak eden, ölümü doğal bir gerçek olarak kabul eden inançlı bir insan olduğunu açıkça ortaya koyan önemli bir vecizesidir.

Atatürk’ün bu derin hayat ve devlet anlayışı, onun düşünce dünyasının ne kadar geniş ve köklü olduğunu; sadece aklın rehberliğine değil, aynı zamanda inanç ve vicdanın aydınlığına da değer verdiğini; en önemlisi insanın fani bir varlık olduğunu, kalıcı olanın ise iyilik, bilgi ve imanla yoğrulmuş eserler bırakmak olduğunu bilen, zekâsını ve analitik düşünme yeteneğini devletinin ve milletinin hizmetine sunan, bu yönüyle gerçek bir aydın ve münevver fikir adamı olduğunu ortaya koymaktadır. .    

Milletinin geleceğini yalnızca silahla değil, inanç ve imanla beslenen bilgi, eğitim ve kültürle koruyacağına, kalıcı gücün ise ancak ilimle ve imanla aydınlanmış bir nesille mümkün olacağını inanan Atatürk’ün düşüncelerini besleyen en önemli kaynak, çalışmaya, okumaya ve öğrenmeye olan tutkusu olmuştur.

57 yıllık hayatının büyük bir bölümünü cephelerde savaşarak geçiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk, dönemin zorlu şartlarına ve kısıtlı imkânlara rağmen çalışmaktan, okumaktan ve araştırmaktan asla geri durmamış, yoğun ve yüksek tempolu yaşamında ve hatta savaş cephelerinde dahi okumaya zaman ayırmış, bilgiye ve öğrenmeye olan tutkusunu hiçbir şartta kaybetmemiştir. 

Kitap sevgisi ve okuma alışkanlığı son derece yüksek, araştıran ve sorgulayan bir lider olan Atatürk; her fırsatta yeni bilgiler edinmiş, okuduğu kitapların birçoğuna el yazısıyla notlar düşmüş, önemli gördüğü bölümlerin altını çizmiş, bazen eleştiri yazıları eklemiş ve yazarak düşünmüştür. Okuduklarından ve satır aralarından çıkardığı derin sonuçları ise hem devlet yönetimine hem de toplumsal hayata yansıtmış; aklın, bilimin ve imanla yoğrulmuş bir vicdanın rehberliğinde güçlü bir millet inşa etmiştir.

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.), Hira Mağarası’nda inzivaya çekildiği sırada Cebrail (a.s.) vasıtasıyla indirilen Alak Suresi’nin ilk beş ayeti ve İslam’ın ilk emri, insanın ve toplumun zararına olan her şeyi yasaklayan, faydalı olanı emreden; öğrenmeye, öğretmeye ve ilme büyük önem veren “Oku” çağrısıdır.

İnsanlığa okumanın, öğrenmenin ve bilginin önemini bildiren bu evrensel ilahî emir, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünce dünyasında da derin bir karşılık bulmuş, milletin kurtuluşunun ancak çalışmakla, okumakla, araştırmakla, cehaletten kurtulmakla ve aklın-bilimin rehberliğinde ilerlemekle mümkün olduğunu görmüş, “Okumak demek, yalnızca ne anlama geldiğini bilmeden kelimeleri ezberlemek değildir. Okumak, düşünmeyi, anlamayı ve uygulamayı bilmektir.” sözüyle de hem Kur’an’ın bu evrensel emrini, hem de çağdaş medeniyetin yolunu işaret etmiştir.

Aynı zamanda, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ümmetini çalışmaya teşvik eden, “İki günü eşit olan zarardadır” hadisinde buyurduğu gibi, eldekiyle yetinmeyip sürekli ilerlemeyi öğütleyen anlayışını kendisine rehber edinen Atatürk; hiçbir zaman dünde takılıp kalmamış, ancak dünden ders almış; geçmişte yaşamamış, fakat geçmişin acılarını ve yaralarını görmüş; bu nedenle daima yüzünü geleceğe, bilime ve ilme çevirmiştir.  

Anıtkabir’i ziyaret edenlerin dikkatini çeken en önemli noktalardan biri, Atatürk'ün özel kütüphanesinde yer alan yaklaşık 3 bin 900 kitabın sergilendiği “Anıtkabir Müzesi Kitaplığı”dır.

Atatürk’ün anıt mezarının bulunduğu Ankara Anıttepe’deki Anıtkabir Kompleksi’ni gezmek; mozolenin yer aldığı şeref salonunun hemen altında bulunan, üç bin metrekarelik kapalı bir alanda kurulmuş “Kurtuluş Savaşı Müzesi’ni” görmek; Atatürk’e, silah arkadaşlarına ve vatan uğruna can veren tüm şehitlere rahmet dilemek ve dua etmek; çocuklara, gençlere ve ziyaretçilere Atatürk’ün hayatını, mücadelesini ve Cumhuriyet tarihini anlatmak/anlamak büyük bir anlam taşımaktadır.

Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin gelişmiş, müreffeh ve güçlü bir ülke olması için milletini daima çalışmaya, üretmeye ve ilerlemeye teşvik etmiş, bu yolda aralıksız gayret göstermiştir.

Atatürk’ün Türk milletini daima çalışmaya, üretmeye ve ilerlemeye neden teşvik ettiğini anlamak için, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) bilgiye ve öğrenmeye verdiği evrensel değeri çarpıcı biçimde ifade eden “İlim Çin’de de olsa ona tâlip olun. Çünkü ilim her Müslümana farzdır.” hadisini idrak ederek okumak ve hem aklen hem de kalben yorumlamak, aklını kullanan her insan için yeterlidir.

O dönemde dünyanın en uzak ve ulaşılması en güç coğrafyalarından biri olan Çin’i bir sembol olarak kullanan Peygamberimiz (s.a.v.), bu hadisiyle ilim yolculuğunun zahmetine ve mesafenin önem taşımadığına dikkat çekmiş; ilmin yalnızca dini bilgi ve dini konularla sınırlı olmadığını, hayatı anlamak, insanlığa faydalı olmak ve toplumsal ilerlemeyi sağlamak için gerekli olduğunu vurgulamıştır. Bu hadisiyle, İslam’ın bilimsel, ilim ve kültürel anlamda sınır tanımadığını, öğrenmeyi ibadet derecesinde gördüğünü de açıkça ortaya koymuştur.

Bilime, akla, ahlaka ve çalışkanlığa dayalı bir toplum yapısı inşa etmeye ömrünü adayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk; Türk milletinin çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkmasını en büyük hedef olarak görmüş, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hadisinde buyurduğu gibi, öğrenmenin, üretmenin ve insanlığa faydalı olmanın kutsal bir sorumluluk olduğuna inanmıştır. Atatürk, çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumların önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkûm olacağını; bu hedefe ulaşmanın ve kalıcı bağımsızlığı sağlamanın yolunu açacak en hakiki mürşidin ise “ilim ve fen” olduğunu veciz bir biçimde ifade etmiştir.

Olağanüstü durumlarda bile kendini sürekli geliştiren Atatürk; olayları önceden sezebilme yeteneği, düşmanlarının sözlerinden, davranışlarından ve gösterdikleri aşırı iltifatlardan dahi bir sonraki hamlelerini, kuracakları tuzakları, yapacakları hileleri ve atacakları adımları önceden kestirebilme gücüyle öne çıkan; zamanın ruhunu, insanların düşüncelerini ve niyetlerini okuyabilen, bir olayın ileride nasıl bir sonuca varacağını öngörebilen, ileri görüşlü ve son derece zeki bir liderdi.

“Benim manevi mirasım bilim ve akıldır.” diyen Atatürk, bu derin anlam taşıyan sözüyle bilim, fen ve teknolojiye olan sarsılmaz inancını ortaya koymuş; Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğinin ve kalkınmasının ancak bilimle, akılla ve üretimle mümkün olacağını vurgulamıştır. Vatanına, devletine ve milletine gönülden bağlı bir lider olarak tarihe geçen Atatürk, bu anlayışla çağları aşan bir vizyonun sembolü olmuştur.

Kurtuluş Savaşı’nın ardından fabrikalar kuran, iktisat kongreleri düzenleyen, modern tarımın gelişmesi için teknoloji transferlerini teşvik eden, askeri alanda kurdurduğu fişek fabrikasıyla yerli silah üretiminde önemli adımlar atan Gazi Mustafa Kemal Atatürk; bağımsızlığın yalnızca siyasi değil, aynı zamanda milli, manevi, kültürel ve ekonomik kalkınmayla mümkün olacağını şu veciz sözüyle en açık biçimde ifade etmiştir:

Tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür.”

Bu sözüyle Atatürk, bağımsızlığın yalnızca düşmanı yenmekle değil, milletin kendi emeğiyle üretmesi, kendi kaynaklarıyla kalkınması ve kendi kültürüyle varlığını sürdürmesiyle tamamlanacağını vurgulamış; savaşın hemen ardından tüm enerjisini sanayi, eğitim, ziraat, maliye ve eğitim alanlarında köklü reformlara yöneltmiş ve ulusal ekonomiyi milletin egemenliğinin ayrılmaz bir unsuru olarak görmüştür.

Bu anlayışın en somut örneği, 1923 yılında toplanan İzmir İktisat Kongresi’ndeki Atatürk’ün konuşmasıdır. Atatürk burada; “Siyasi, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa elde edilen sonuçlar kalıcı olamaz” diyerek ekonomik bağımsızlığı, milli egemenliğin temel taşı olarak vurgulamıştır.

Bu vizyon doğrultusunda devletçilik ilkesi, yalnızca bir ekonomik model olmanın ötesinde; toplumun üretim gücünü artırmayı, halkı girişimciliğe teşvik etmeyi ve kalkınmayı milletin ortak iradesiyle gerçekleştirmeyi amaçlayan kapsamlı bir anlayış olarak şekillenmiştir.

Yukarıda izah edildiği üzere, Atatürk, “Tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür” sözüyle, ulusal ekonomiyi yalnızca bir refah meselesi olarak değil, aynı zamanda bağımsızlığın onur ve varlık şartı olarak değerlendirmiştir.

***

Bugün, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümü.

Aradan geçen onca yıla rağmen, Atatürk’ün adının 10 Kasım başta olmak üzere kuruluş ve kurtuluş günlerinde, milli bayramlarda, özel günlerde ve hatta dinî günlerde anılmaktan kaçınılmakta; dualarda yer verilmemekte, kimi zaman da tamamen yok sayılmaya çalışılmaktadır. Daha acı olan ise, bir kurucu lideri kendi çağının şartlarına göre yorumlamak yerine, onu dar ideolojik kalıplar içinde değerlendirerek düşmanlık üretmeye devam etmektir.

Bir toplumun tamamının kurucu liderlerine karşı yüzde yüz minnet ve saygı göstermesi ya da tamamen eleştiri ve sorgulama içinde olması; ya da tüm meseleleri aynı bakış açısıyla değerlendirip aynı çizgide buluşması elbette beklenemez, ancak bu, Atatürk’ün değerinin görmezden gelinmesini veya haksız eleştirilerle çarpıtılmasını mazur göstermez.

Atatürk’ün hayatına, ülkenin o dönemdeki şartlarına ve sözlerinin özüne bakıldığında; yokluk içinde bir devleti nasıl yeniden var ettiği, işgal altındaki bir coğrafyayı milletin evi haline nasıl getirdiği; amacının ise kendine bağımlı bir toplum değil; kendi ayakları üzerinde durabilen, üretken, fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür ve tam bağımsız bir millet inşa etmek olduğu açıkça görülecektir. Ancak, bunu hissedecek kalp, görecek bir çift göz, anlayacak şuur olmadığında, Atatürk’ün fikri derinliği ve millet inşa etme iradesi tam olarak idrak edilemez.   

Evet, Atatürk’e bilinçli ve kasıtlı olarak dua edilmediği anlaşılıyor. Ancak Atatürk’e dua etmekten imtina edenlerin bilmesi gerekir ki, dua yalnızca bir kişiye değil, onun yaptığı iyiliğe, topluma sağladığı hizmete ve bıraktığı mirasa da yöneltilir. Eğer bugün bu millet özgürce ibadet edebiliyor, ezanını kendi minarelerinden okuyabiliyor ve bayrağını kendi göğünde dalgalandırabiliyorsa; bunda Atatürk’ün payı asla inkâr edilemez.

Atatürk’ü yok sayan, dualarında onu anmayanlar, Ortadoğu haritasına bakıp İslam ülkelerinin bugün içinde bulundukları dağınıklık ve acziyete dikkatle göz atmalıdır. Peki, orada neler görecekler? Sömürgecilik, yoksulluk, iç savaş ve bölünmüşlük mü, yoksa barış ve huzur mu? Gerçek tablo, Atatürk’ün öngörüsünün ve milli bağımsızlığa verdiği önemin ne denli hayati olduğunu çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır.

ABD, Siyonistlerle iş birliği içinde Irak ve Afganistan’ı doğrudan işgal etti; ancak bu müdahaleler ne barış ne de gerçek bir hürriyet ve özgürlük getirdi.

Benzer şekilde, aynı ABD ve Siyonistler Suriye’nin bir kısmını fiilen kontrol altında tutuyor; orada da huzurdan söz etmek mümkün değil.

Kuveyt, Katar, Bahreyn, Suudi Arabistan, BAE ve Umman gibi ülkeler, Amerikan üsleriyle kuşatılmış durumda. Peki, bu ülkelerde yaşayan halklar gerçekten barış ve özgürlük içinde mi?

Libya, Lübnan ve Yemen’de doğrudan işgal olmasa da, ABD, Siyonistler ve Batı güçleri, istedikleri an operasyon yapma hakkını kendilerinde görüyor. Bu topraklarda adalet ve kalıcı bir barış var mı? Görünen tablo, halkların özgürlük ve güvenlikten ne denli uzak olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Sudan, 2023 Nisan ayından bu yana süren iç çatışmalarla, ülkedeki iki ana silahlı aktör olan Sudan Silahlı Kuvvetleri (SAF) ile Hızlı Destek Kuvvetleri (RSF) arasındaki güç mücadelesine sahne oluyor. Bu mücadele, yalnızca ülke içi siyasi değişimlerle sınırlı kalmayıp, bölgesel ve küresel aktörlerin Sudan üzerinden nüfuz kurma girişimleriyle de derinleşiyor.

Hem Kızıldeniz’e açılan stratejik konumu hem de zengin doğal kaynakları nedeniyle küresel güçlerin nüfuz mücadelesinin merkezine oturan Sudan’da, sokaklarda patlayan her bomba yalnızca iki generalin savaşı değil; Batı’nın, Körfez’in ve hatta Rusya’nın Afrika üzerindeki yeni paylaşım oyunlarının bir parçasıdır. Yani, “iç savaş” olarak adlandırılan olay, gerçekte dış güçlerin kendi çıkarlarını yerli aktörler üzerinden yürüttüğü bir vekâlet savaşından ibarettir.

Peki, bu tablo yalnızca Sudan ile mi sınırlıdır? Kesinlikle hayır. Benzer vekâlet savaşları, Afrika’nın farklı bölgelerinde, Orta Doğu’da ve hatta Asya’nın bazı ülkelerinde, dış güçlerin yerel aktörler üzerinden çıkarlarını sürdürme biçimi olarak kendini göstermektedir.

Hemen önümüzde, Filistin ve Gazze’de savunmasız Müslümanların üzerine İsrail Siyonizmi en ağır silahlarla bomba yağdırırken; açlık, susuzluğu, gıdayı ve ilacı birer silah gibi kullanırken, Müslüman ülkelerin liderleri “birkaç diplomatik çağrı ve kınama mesajları yayınlamaktan başka” ne yaptı? Sessizce oturdular ve olan biteni seyrettiler.

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, Gazze’ye yönelik saldırılara tepki gösteren Arap liderlerini açıkça tehdit ederek; “Çıkarınızı korumak istiyorsanız, sessiz kalın.” demesi karşısında onların hiçbir şey yapmadan koltuklarına gömülmeleri; içine düştükleri acizliği ve teslimiyetin boyutunu gözler önüne sermiyor mu?

Batı’nın çifte standardı artık sır değil; asıl trajedi, İslam dünyasının bu çifte standarda alışmış olmasıdır.

Atatürk, işte bu tabloya karşı duran bir iradenin adıdır.

Türk’üm ve Elhamdülillah Müslümanım.

İslam’ın temel esaslarını oluşturan Amentü’ye; Allah’a, Peygamberlere, meleklere, kitaplara, ahirete ve kader ile kazaya iman eden; İslam dininin emir ve yasaklarını eliyle, diliyle ve kalbiyle yaşamak için gayret gösteren; Kelime-i Şehadet, Namaz, Zekât, Oruç ve Hac gibi İslam’ın beş temel şartını diliyle ifade edip kalben tasdik eden bir fani olarak, Müslümanlığın temel rükünlerini samimiyetle yerine getirmeye çalışan biriyim.

Bir Müslüman olarak duanın gücüne de yürekten inanıyorum.

Ancak…

Kendi milletine, devletine, halkına, vatanına ve kahramanlarına hakaret edenlerin,

Doğduğu, yaşadığı ve doyduğu ülkesini reddedenlerin,

İslamiyet’in akıl, idrak ve tefekkür dini olduğunu kavrayamayanların,

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in ilk emri olan “Oku” (Alak Suresi, 1. Ayet) emrinin hikmetine erişemeyenlerin,

Kur’an’ı yalnızca bir metin gibi okuyup hakiki manasına nüfuz edemeyenlerin,

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sünnetindeki ve hadislerindeki derinliği anlayamayanların,

Aklını, kalbini ve imanını başkalarına teslim edenlerin,

Atatürk’ün “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözündeki birlik ve onuru idrak edemeyenlerin,

Dualarına da, iltifatlarına da ne Atatürk’ün ne de “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” diyenlerin asla ihtiyacı yoktur.

Varsın dualarınız eksik olsun.

Atatürk, emperyalistlerin, Siyonistlerin ve onlara pasif destek veren zihniyet ikizlerinin duasına hiçbir zaman ihtiyaç duymamıştır; yaşasaydı bugün de duymazdı. Onun adı, Türk milletinin hafızasında, gönlünde, vicdanında ve dualarında yaşamaya zaten devam ediyor. Bunu hiçbir siyasi güç, hiçbir otorite ve hiçbir ideolojik tutum değiştiremeyecektir.

Bir devlet adamının büyüklüğü, kendisine ne kadar tapınıldığıyla veya ne kadar dua ya da beddua aldığıyla değil; milletine, ülkesine, devletine ve vatandaşlarına ne kadar hizmet ettiği, ne kadar ürettiği ve vicdanında adalet duygusunu ne kadar yaşattığıyla ölçülür.

Evet, bugün 10 Kasım. 1938’de ebediyete irtihal eden, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, büyük lider ve eşsiz devlet adamı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının 87. yıldönümü.

Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere; silah arkadaşlarını, vatanı uğruna gözünü kırpmadan can veren tüm kahraman şehitlerimizi saygı, sevgi, minnet, rahmet ve dua ile anıyor, aziz hatıralarını tazim ediyorum.

Allah rahmet eylesin…

Ruhları Şad, Mekânları cennet, Makamları yüksek (ali) Olsun…

Türk milleti var olsun…

Tanrı Türk’e yar olsun…

Ne mutlu Türk’üm diyene…

 

 

Bu yazı toplam 241 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 474 99 63 | Haber Yazılımı: CM Bilişim