Bugün 07 Ekim 2025 Salı
  • Antalya19 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    5309.001
    %0.07
  • Dolar
    41.6736
    %0.02
  • Euro
    48.6834
    %0.21

HASAN YAKUP CANGÜVEN / KONUK YAZAR

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
HASAN YAKUP CANGÜVEN / KONUK YAZAR

HÜZÜN HEP VARDI…

06 Ekim 2025 Pazartesi 22:02

İnsanın yaratılışıyla birlikte, sevinç ve mutluluk kadar hüzün ve üzüntü de onun yol arkadaşı olmuştur.

Tarih boyunca şiirlerde, hikâyelerde, şarkılarda, dua ve beddualarda, yarım kalmış aşklarda, son hamlenin yapılamadığı, son adımın atılamadığı tamamlanamamış başarılarda; hüzün, üzüntü ve hatta pişmanlık duyulan duygular hep anlatılır.

Şiirler, hikâyeler ve şarkılar ne kadar umut yüklüyse, bir o kadar da derin bir özlemin izini taşır.

Dualar ne kadar hüzün yüklüyse, beddualar da bir o kadar sitem ve kırgınlıkla doludur.

Yarım kalmış aşklar ne kadar acı verirse, bir o kadar da insanı olgunlaştırır, iç dünyasında derin izler bırakır.

Başarı ne kadar mutluluk verirse, başarısızlık da bir o kadar ders ve tecrübe kazandırır insana.

Sevinç ve mutluluk kadar, hüzün ve üzüntü de insanın var oluşunu tamamlayan duygulardır; biri olmadan diğeri eksik kalır. Çünkü hüzün ve üzüntü, insanın kalbine işleyen, hayatı, yaşamı ve varlığı derinden hissettiren en insani hal ve duygulardan biridir.

**

Her insanın hayatına bir şekilde dokunan, çoğu zaman sessizce insanın zihnine sızan ve oraya yerleşen bir duygudur üzüntü. Dışarıdan bakıldığında sıradan bir ruh hali gibi görünse de, insanın içini daraltan, göğsünü sıkan, tansiyon yapan, kalp ritmini bozan ve hatta krize kadar götüren bir zehirdir aslında. Sessiz ve sinsidir; kökü kalbin derinliklerine kadar sarkar. Şiddeti arttıkça, ruhu içten içe kemirir, kalbi yavaş yavaş zayıflatır, zihni karartır ve duyguları çürütür.

Sürekli hüzün halinin bağışıklık sistemini zayıflattığını, kalp-damar rahatsızlığını tetiklediğini, beyin kimyasını bozduğunu hepimiz biliyoruz…

Peki, madem öyle, bütün bunlar bilindiği halde neden insan kendini üzecek şeylerden uzak duramıyor?

Doktorların “Daha sağlıklı, daha kaliteli bir hayat istiyorsanız kendinizi üzecek şeylerden ve stresten uzak durun” uyarısı boşuna mı?

Aslında mesele çok açık: Üzüntü geçici bir ruh hali değil, zihnine yerleştiği kişinin bütün varlığını sarsan, aklını ve kalbini kuşatan, onu adım adım tüketen duygusal bir afettir.  Hiçbir hastalık, onun kadar yavaş, derinden ve sabırla tüketemez bir insanı. Ve hiçbir ilaç, onun kalpte açtığı yarayı, duygularda bıraktığı tahribatı tam anlamıyla tamir edemez.

Üzüntünün, sessiz ve derin ilerleyişini, kendini kendinden alıp götürdüğünü, sosyal hayattan uzaklaştırdığını çoğu zaman fark edemiyor insanlar; taa ki, içlerindeki ışığı gölgelediğinin, hayatın tadını kaçırdığının, ellerinde ne var ne yok yavaş yavaş aldığının farkına varıncaya kadar. O yüzden asıl mesele, üzüntünün varlığını reddetmek, onu duygu dünyasında bütünüyle sıfırlamak değil, onunla başetmeyi öğrenmektir. Zaten içinde yerleşik olarak insanla birlikte doğan bu duyguyu nasıl yok sayacak, onu nasıl sıfırlayacaksınız ki? Bu kullanılmayan, ihtiyaç fazlası bir organ değil ki kesip atasınız. İnsan bir otomobil değil ki baz donanımı, orta paketi ya da tam dolu paketi olsun…

Çivi çiviyi söker misali, üzüntü nasıl bir zehirse, panzehiri de yine insanın kendi içinde, kendi iradesinde, kendi duygu âlemindedir.

Hep söylüyorum; içinizde olmayan bir şeyi kimse size veremez.

İnsan kendi içindeki kapıyı açmadıkça, kimse içeri giremez.

Bir insanın kendi içinden gelmeyen bir değişim isteği, dışarıdan ne kadar destek gelse de kalıcı ve başarılı olamaz.

İyileşmek, öğrenmek, gelişmek, değişmek gibi tüm süreçler önce insanın iç motivasyon ve kabulüyle başlar.

Bir hasta iyileşmek istemiyorsa, en mütehassıs doktor bile onu iyileştiremez.

En iyi öğretmen, en anlayışlı rehber bile ancak kişi, kendi iç gücüyle birleştiğinde etkili olur.

Eğer bir insan, içini kemiren, ruhunu yavaş yavaş tüketen üzüntüden kurtulmak istiyorsa; önce umutla, sabırla, azimle, sonra ve en önemlisi güçlü bir inançla, sarsılmaz bir imanla, kuvvetli bir iradeyle bundan kurtulmayı murad etmelidir. Aksi hâlde o üzüntü insanın içinde bir kartopu gibi büyür, ağırlaşır; sonunda yalnızca duygularına değil, hayatın yükü ve bunların sonuçlarının ağırlığı ve o kartopunun büyüyen çığı altında ezilir kalır. Ve gün gelir, o ruhsuz, o amaçsız, o şuursuz kalabalıklar içinde sessizce kaybolur gider.

Burada bir parantez açmamız gerekiyor: Hani şarkılara da konu olan, hani akşam olunca sizi yine duygulandıran hüzün var ya. Çoğu zaman birbiriyle karıştırılsa da hüzün ile üzüntü aynı şeyler, aynı duygular değildir aslında... Hüzün geçmişle ilgilidir; üzüntü ise şimdiyle. Üzüntü, kalbin kırılması, hüzün ise kimsenin o kırığı görmemesi, anlamaması, bilememesidir. Bir koku, bir şarkı ya da eski bir hatıra, yıllar sonra bile insanda hüzün uyandırabilir. Ama hüzün, üzüntü kadar yıkıcı, yıkıcı olmadığı kadar da kalıcı değildir. Hüzün, çoğu zaman düşündürür, bir meltem esintisi gibi gelir geçer, “nasılsın” dercesine omuza şöyle bir dokunur ve sessizce çeker gider. Oysa üzüntü öyle değildir, yapıştığı yakayı kolay kolay bırakmaz.

İçinde bulunduğu şartlar ne olursa olsun, insan kendini üzmemeyi, üzecek şeylerden uzak durmayı öğrenmelidir. Duygularını bastırmayı değil; onları fark edip, yönetmeyi öğrenmelidir.

Zaaflarını, iyi ve kötü alışkanlıklarını, güçlü ve zayıf yanlarını tanımayı, bunların kölesi değil, onları bilinçli şekilde kullanabilmeyi; kendi sınırlarını bilmeyi, empati kurmayı, yaşadığı olumsuzluk, sıkıntı veya felaket ne kadar büyük görünse de, kendinden daha ağır, daha kötü durumda olanların olabileceğini hatırlamayı.. Yani “beterin beteri var” diyerek hayatta her şeyin bir ölçüsü olduğunu anlamayı, hatta her şeyin insanlar için olduğunun farkına varacak bir inanç, iman, kabiliyet ve idraki kazanmayı öğrenmelidir.

Bir de şu gerçek asla gözardı edilmemelidir. Çok üzgünsünüz diye kimse ellerindeki imkânı önünüze sermez,  bütün kapıları sonuna kadar açmaz. Üzüntüyle baş etmek her insanın harcı olmadığı gibi, insanın en büyük imtihanlarından biridir. Üzüntünüzün sürekli olması, kıymetin düşmesine, çaresizliğin başkalarının gözünde merhamet ve acımaya dönüşmesine yol açar.

Belki de hayatı daha yaşanabilir kılmanın sırrı, üzüntüyle dost olmakta değil, onu yönetmeyi öğrenmekte gizlidir…

Unutmayın; insan sadece akıl ve iradeden ibaret değildir; kalbi, duyguları ve sezgileriyle; mutluluk, üzüntü, sevgi, nefret, güven, tiksinti, korku, cesaret, öfke, şaşkınlık, beklenti, huzur, kaygı, gurur, utanç, umut, umutsuzluk, minnettarlık, nankörlük, özlem, ilgisizlik, muhabbet, kıskançlık, merhamet, haset, kibir, riya, kin, acımak ve şefkat gibi “ana ve ara” duygularla bir bütündür.

Hayatta…

Üzüntü kadar mutluluk da vardır.

Hüzün kadar sevinç de.

Korku kadar cesaret de vardır.

Nefret kadar sevgi de.

Kaygı kadar huzur da vardır.

Bahar varsa kış da.

Sevmek, sevilmek, mutlu olmak, bağlanmak, üretmek ve yaratmak (Allah’ın lütfettiği insani yaratıcılık)… Bunların hepsi aynı zamanda kaybetmek, yıkılmak, üzülmek, incinmek ve hüzünlenmek ihtimalini de taşır. Ama bu riskler, bu kaybetme ihtimalleri göze alınmazsa, “bahar” hiç gelmez; sadece soğuk bir “kış” hüküm sürer ömrümüzde.

Evet, yukarıda da ifade ettiğim gibi insan, yaratılışı itibarıyla kendisine giydirilmiş bir beden ve bahşedilmiş bir akılla birlikte; doğasında yerleşik olarak hissetme, hayal kurma, kıskanma, arzulama, ihtiras duyma, nefret etme gibi onlarca çeşitli duygusal eğilimler ve psikolojik özelliklerle dünyaya gelir. Bütün bunlar, insanın yaratılışıyla birlikte bütünlüğünün ayrılmaz bileşenleridir. 

İnsan, nefes aldığı ve bilinç düzeyini koruduğu sürece, bu duygusal gel-gitler, zihinsel iniş-çıkışlar yaşamının bir aksiyonu olarak karşısına hep çıkar, çıkacaktır..

Unutulmamalıdır ki; insanı insan yapan şey duygularının güzelliği ve ruhunun inceliğidir. Kalbini güzel duygularla yoğurmayan, onu sevgi, merhamet, vicdan ve şefkatle beslemeyen bir kişiden geriye sadece bedensel varlığı olan bir ceset, ruhen yoksunlaşmış bir mahlûkat kalır.

Evet, hüzün hep vardı, çünkü insanın duyguları vardı…

 

 

Bu yazı toplam 220 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 474 99 63 | Haber Yazılımı: CM Bilişim