

ASO BAŞKANI ARDIÇ: "YÜKSEK FAİZ POLİTİKASI ENFLASYONU KONTROL ALTINA ALMAKTA BAŞARILI OLAMADIĞI GİBİ REEL SEKTÖRÜ DE NEFESSİZ BIRAKIYOR"
ANTALYA (İHA) – Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Seyit Ardıç, "Acilen üretim ekonomisine geri dönmeliyiz. Ülkemiz ekonomisinin itici gücü üretimdir, sanayidir, ihracattır. Bu gücü korumanın yolu da ekonomik ve finansal istikrarı üretimle uyumlu hale getiren dengeli politikalardır" dedi.
ASO Meslek Komiteleri Ortak Toplantısı, Antalya'da gerçekleştirildi. ASO Başkanı Seyit Ardıç'ın katılımıyla gerçekleşen toplantıda güncel ekonomik gelişmeler, ekim ayı enflasyon verileri ve sanayicilerin beklentileri ele alındı. Toplantının açılış konuşmasını yapan Ardıç, ihracatçı firmalara verilen yüzde 3 oranındaki Döviz Dönüşüm Desteği süresinin Resmi Gazete'de yayımlanan tebliğ ile 6 ay daha uzatıldığını ve bunun ihracatçılar için olumlu bir gelişme olduğunu söyledi.
"Ekonomide belirsizlik ve öngörülemezlik artık yeni normalimiz"
Ardıç, ABD'nin artan gümrük tarifelerinin sadece ticaret dinamiklerini değil aynı zamanda küresel siyaseti de etkileyerek dünyayı yeni bir dönüşüm sürecine sürüklediğini söyleyerek, ABD ve Avrupa Birliği'nin yeni tarifeler uygulamasının uluslararası bir tepkiyi tetikleyerek piyasalardaki belirsizlik ve oynaklığı arttırdığını söyledi. Ardıç, "Belirsizlik ve öngörülemezlik artık yeni normalimiz. IMF'nin verilerine göre, küresel belirsizlik tarihin en yüksek seviyesine ulaşmış durumda. Ekonomik aktiviteye yönelik beklentiler hala pozitif seyretse de, güven endekslerinde sert bir bozulma dikkat çekiyor. Bu tablo, modern ekonomilerin derin çelişkisini gözler önüne seriyor, Büyüme devam ediyor, ancak güven eriyor" dedi.
Dijitalleşme ve yapay zekanın üretim süreçlerinden lojistiğe kadar her alanı dönüştürdüğüne vurgu yapan Ardıç, aynı zamanda iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik odaklı politikaların da ekonomilerin geleceğini şekillendirdiğine dikkati çekti. Ardıç, sanayi sektöründe teknolojinin önemine de değinerek, küresel tedarik zincirlerinde yaşanan kırılmalar, yapay zeka ve dijitalleşmenin dönüştürücü etkilerinin, bölgesel çatışmalar ve büyük güç rekabetinin ülkeleri ortak çözümleri aramaya zorladığını söyledi.
"5 yıl sonra kullanılan her iki üründen biri Çin malı olacak"
Çin'in üretim ritmine de vurgu yapan Ardıç, dünyanın temposunu aşmaya başladığını belirterek, otomasyon ve akıllı teknolojilerin kullanımıyla artık Çin'in tüm dünyada zirveye oynadığını dile getirdi. Ardıç, Çin'in bu tempoyla devam etmesi halinde 2030 yılında milli gelir büyüklüğünde Amerika'yı geçeceğini ve 5 yıl sonra kullanılan her iki üründen birinin Çin malı olacağına işaret etti. Ardıç, gelecek dönemde rekabetin sadece tarifelerle değil yeni teknolojiler, dijitalleşme, sürdürülebilirlik standartları ve tedarik zinciri teşvikleri üzerinden süreceğini söyleyerek, "Çin küresel ekonomide hâkimiyetini her geçen gün arttırırken; Amerika Birleşik Devletleri de korumacı önlemlerle oyunun kurallarını yeniden yazmaya çalışıyor. Yüksek korumacı tarifelerden standartlara ve tedarik mimarisine doğru evrilen ticaret savaşları kızışıyor. Bu savaşın kazananları, bu yeni dönemi erken okuyup, inovasyon, üretim, pazar üçgenini aynı anda optimize edenler olacaktır" dedi.
"Yüksek faiz politikası enflasyonu kontrol altına almakta artık başarılı değil"
Ekim ayı enflasyonunun aylık yüzde 2,55 olarak açıklanmasıyla yılsonu enflasyonunun Merkez Bankası ve OVP tahminlerinin üzerinde kalma olasılığı belirgin şekilde arttığını aktaran Ardıç, "Merkez Bankası, son Para Politikası Kurulu Toplantısı'nda politika faizini 100 baz puan düşürerek yüzde 39,5'e indirdi. Karar metninde ise, "dezenflasyon hızında belirgin bir yavaşlama" olduğuna dikkat çekti. Fiyat istikrarını sağlamak için yaklaşık 2,5 yıldır uygulanan yüksek faiz politikası, uzun vadede maliyetleri artırarak enflasyonu yeniden besleyen bir döngüye dönüştü. Yani, enflasyonu durdurmak için kullanılan araç, ne yazık ki enflasyonun kaynağı haline geliyor. Bu süreçte üretim maliyetleri artıyor, yatırımlar erteleniyor, krediye erişim neredeyse imkansız hale geliyor. Kısacası, tek başına yüksek faiz politikası enflasyonu kontrol altına almakta başarılı olamadığı gibi reel sektörü de nefessiz bırakıyor" açıklamasında bulundu.
"Mevcut dezenflasyon politikası yapısal reformlarla desteklenmediği sürece üretim yerine ithalatı daha cazip hale getiriyor"
İmalat PMI endeksinin son 19 aydır 50 eşik değerinin altında kalmasının üretimde daralmayı işaret ettiğini kaydeden Ardıç, gıda hariç alt sektörlerin tamamında olumsuz seyrin kalıcı hale geldiğini söyledi. Sanayi üretim endeksinin ağustosta sınırlı yükseliş gösterse de alt sektörlerde genele yayılan bir artışın olmadığını da ifade eden Ardıç, aynı şekilde kapasite kullanım oranlarının da yüzde 73,8 seviyesiyle son 5 yılın en düşük düzeylerinde olduğunu dile getirdi. Ardıç, son açıklanan reel sektör güven endeksi içindeki yatırım harcamalarının bu yıl serinin en düşük seviyelerine gerilediğini de kaydederek, "Mevcut dezenflasyon politikası yapısal reformlarla desteklenmediği sürece, üretim yerine ithalatı daha cazip hale getiriyor. Bugün birçok sektör, üretimin değil, ithalat yapmanın daha karlı olduğu bir noktaya doğru ilerliyor. Bu tablo maalesef sürdürülebilir değildir. Sanayisizleşmeye giden bu süreci sonlandırıp, acilen üretim ekonomisine dönmeliyiz. Unutmayalım; ülkemiz ekonomisinin itici gücü üretimdir, sanayidir, ihracattır. Bu gücü korumanın yolu da, ekonomik ve finansal istikrarı üretimle uyumlu hale getiren dengeli politikalardır. Enflasyonun temel ve yapısal sebeplerine yönelik tedbirler almadan, yalnızca yüksek faiz uygulayarak halkın satın alma gücünü aşındırıp, reel sektörün üretim kapasitesini zayıflatarak sorunu çözmek mümkün değildir. Özetle sürdürülebilir fiyat istikrarı ancak talep ve arzı eş zamanlı güçlendirecek bütüncül politikalarla mümkündür" ifadelerini kullandı.
"Nitelikli eğitim sistemi, sürdürülebilir kalkınmanın da temel formülüdür"
Ekonomide bilgi, kültür ve kurumların önemine dikkati çeken Ardıç, "Bugün inovasyona açık bir kültür, güçlü kurumlar, bilim ve teknolojiye yatırım yapan bir eğitim sistemi ve Ar-Ge'ye dayalı üretim modeli kurmadan, dünya ekonomisinde üst sıralara çıkmamız mümkün değildir. Kurumsal bağımsızlığı koruyan, girişimcinin önünü açan ve bilimi rehber edinen yaklaşım artık bir zorunluluktur. Bugün geldiğimiz noktada sanayicinin rekabet gücünü sadece döviz kuru ya da işçilik maliyeti değil; teknoloji, Ar-Ge, fikri mülkiyet ve marka belirliyor. Sonuç olarak; güçlü kurumlar, rekabetçi piyasalar, nitelikli eğitim sistemi, yetkin insan kaynağı ve verimli Ar-Ge politikaları; sadece bir ekonomik reçete değil, sürdürülebilir kalkınmanın da temel formülüdür" şeklinde konuştu.
"Teknolojiyi sanayimize entegre edemezsek, birçok firmamız ciddi ölçüde rekabet gücünü kaybedecek"
Ekonomide teknolojinin önemine vurgu yapan Ardıç, "Teknolojiyi sanayimize entegre edemezsek, yakın gelecekte birçok firmamız ciddi ölçüde rekabet gücünü kaybedecek, hatta kapanma riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Ülkemiz sanayisinin güçlü bir üretim kapasitesi var ancak katma değeri yüksek üretim oranımız hâlâ arzu edilen seviyede değil. Verimliliği artırmak, enerji yoğunluğunu azaltmak ve küresel değer zincirlerinde daha üst basamaklara çıkmak için dijitalleşme, Ar-Ge ve inovasyon yatırımlarına hız vermek zorundayız" değerlendirmesinde bulundu.
Dünya Bankası'nın "sanayi sektörü işçi başına katma değer rakamlarına" göre Türkiye AB ülkelerine göre yüzde 46, OECD ülkelerine göre ise yüzde 48 daha düşük katma değer üretiği bilgisini veren Ardıç, bu farkı kapatmanın yolunun orta ve uzun vadede Ar-Ge, inovasyon, nitelikli insan kaynağı; yani toplam faktör verimliliğinden geçtiğini kaydetti.
"Ar-Ge ile ticari başarı arasındaki köprü oluşturulmalı"
Ardıç, 2002 yılında 1,2 milyar dolar olan Ar-Ge harcamalarının 2024'te 20 milyar dolara çıktığını ve yaklaşık 17 kat arttığını söyledi. Son 10 yılda 10 imalat sanayiine 38,5 milyar dolar Ar-Ge harcaması yapıldığını söyleyen Ardıç, buna rağmen toplam ihracat içindeki yüksek teknoloji payının hala yüzde 3,5 seviyesinde olduğunu dile getirdi. Ardıç, sözlerine şu şekilde devam etti:
"Demek ki sorun, "ne kadar harcadığımızda" değil, "nasıl harcadığımızda'. Veriler şunu gösteriyor; Ar-Ge harcaması yapmak, teşvikler vermek, Ar-Ge merkezleri kurmak yetmiyor. Asıl gerekli olan; Ar-Ge ile ticari başarı arasındaki köprüyü kurabilmek. Ar-Ge'yi ürünleştirmek. Yani patent ve marka odaklı Ar-Ge yapabilmek. Sonuç olarak dünya ile kıyasladığımızda zaten daha düşük Ar-Ge harcaması yapıyoruz onun da karşılığını alamıyoruz."
Program, Ardıç'ın konuşmasının ardından "Yılın Komiteleri Ödül Töreni" ile devam etti.
Tel : 0532 474 99 63 | Haber Yazılımı: CM Bilişim





































