Bugün 11 Ekim 2025 Cumartesi
  • Antalya22 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    5395.998
    %0.02
  • Dolar
    41.8067
    %0.02
  • Euro
    48.5819
    %0.00

GAZANFER ERYÜKSEL / KONUK YAZAR

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
GAZANFER ERYÜKSEL / KONUK YAZAR

'BALKONDA SAATLERCE DÜŞÜNDÜM SENİ ANDIM'

11 Ekim 2025 Cumartesi 12:56

Yazarken, resmederken hatta boşluklar bırakmak bir anlatım biçimidir. Metni, “ön-metin” ve satır aralarından geçilen “art-metin” olarak ikiye ayırmalıyız. Metinde “boşluklar bırakmak” ifadesi ön-metin içindir. Katılımcı okur/seyirci o boşluğu kendi algısı ve bellek kayıtlarının yaptığı çağrışımlarla dolduracaktır. Boşluklar o metnin zenginliğidir aslında.

Bunun en yalın örneği sinemadadır. Dudak arasındaki veya eldeki bir dal sigara ve çakılan çakmak, seyircide o sigaranın yakıldığını düşündürür. Kamera yükselen gri-mavi dumanlardadır. Bize boş görünen şeyleri, mekânları doldurmak bir yaşam kültürü ve sanatıdır şüphesiz. Toplum ve insan karşılıklı etkileşim hâlinde değişen ve dönüşen yapılardır. Bahçeli evlerden, sefertası gibi üst üste dairelere geçiş yapalı kaç on yıl oldu, kaç kuşak. Kentlerin giderek artan nüfuslarıyla apartmanların kat sayıları da arttı. Kule yapılarda oturur oldu insanlar. Bu toplumsal değişim ve dönüşüm için 1950’yi çıkış noktası sayarsak 75 yıl. Ortalama bir insanın ömrü… Toplumun yaşamında ise kum tanesi desek yeridir.

Bahar Uysal Hamaloğlu’nun “Sana Seni Bırakıyorum” adlı kitabını okurken “Balkonlar, unuttuğumuz balkonlarımız” denemesini okurken yukarıda yazdıkların bir altyazı olarak geçti belleğimden.Hangi kente gitsek bir Bahçelievler mahallesi çıkar karşımıza. Cumhuriyet tarihimizin saklı ifadesidir bu. Hele Ankara gibi bozkırın ortasında küçücük bir kasabadan Cumhuriyet’in başkentine dönüşmek yeni mahalleler, yeni semtler demektir, hem de bir planlama çerçevesinde. İşte o bahçeli evler adı üstünde bahçe içinde 2-3 katlı yapılardır. Bu yapılarla balkon karışır hayatlarımıza.

Balkon hem içindedir evin hem de dışında. Bir boşluktur balkonlar. Onu nasıl doldurup da hayata katacağımız bizlerin yaşam kültürüyle bileşik kaplar ilişkisiyle belirlenir. Gönül gözlerimizi Bahar Hanım'ın çocukluğunun balkonuna çevirmenin vaktidir. 1950-1960 yılların Ankara’sındayız. Anneanne ve dedesinin yürek evinde. Kırmızı, beyaz, pembe sardunyalı, ebrulî karanfilli balkonda. Sokağa bakan bir ön balkondur bu. Bir masa ve içeriden çıkarılan sandalyeler bizi beklemektedir. “Balkondaki kırmızı-beyaz ekose masa örtüsünün üstünde elmalı çörekler, poğaçalar gelmiş, çaylar bardaklara dökülmüştür. Çocukların çay şekerlerini karıştırırken eriyen şekere rağmen çıkardıkları şangır şungur seslerine aslında ayıp sayılsa da itiraz eden de olmamaktadır. Bu sinir geren seslere simitçilerin, bileyicilerin, kalaycıların, nohut ve alıç satıcılarının seslerinin de karışma ihtimali vardır. Çay faslı bitince de gelsin tavla partisi…”

Balonların sosyolojik ifadesini de Bahar Uysal’dan dileyelim. Daha Hamaloğlu soyadı alınmamıştır henüz. “O zamanlar balkonlar hava ve daha fazla gün ışığına kavuşma arzusuyla evden sokağa taşan, özel mülkle kamusal alanın kaynaşmasının mekânıydı. Herkese ait olanın içine sızan, bu havaya asılmış gibi görünen bireye ait mülkiyet platformunda insan kendini dışarda hissederdi ama aynı zamanda evinde de. Kentin sokağına, caddesine karışırken istediği anda gerisin geri atacağı dört beş adımla kendi mahremiyet sınırlarına çekileceği yerdi. Tanıdıklar, komşular sokakta geçerken ‘Merhaba’ diye seslenirlerdi anneannemle dedeme. Hâl hatır sorma, günlük meşguliyetler, havadan sudan koşuşmalar, kısa süreli sohbetler olurdu.”

Kadrajı bugüne kaydıran yazarımız dün-gün mukayesesi yapacaktır. “Şimdi düşünüyorum da birbirinden haberdar olmaya, dayanışmaya, kimseyi yalnız bırakmamaya, ortaklaşmaya açılan kapılarmış balkonlar aynı zamanda. Günümüzde betonun tek tipleşerek istila ettiği kentlerde balkonları kapatıp kiler, ardiye, depo gibi kullanarak onları da ruhsuz zaman ailesine yeni üyeler olarak katmanın yanı sıra bizler kendimizi de iç mekânın gönüllü ıssız ve yalnızlaşmış tutuklularına dönüştürdük. Dikdörtgen misali dikine yerleştirilmiş çok katlı bloklarda, hasbihâlin olası olmadığı cam balkonların bir bölümünü iç içe katlayıp sadece havayı çekebiliyoruz ciğerlerimize.”

Balonları camla veya panjurla kapatan günümüz insanı evi, odayı genişlettiğini düşünürken neleri kaybettiğinin ne yazık ki farkında değil. Müzik toplumların yaşamlarını mercek altına almada önde gelen bir turnusol kâğıdıdır. Bir diğer deyişle musiki hayatın aynasıdır. İşte örneği, klarnet üstadı Şükrü Tunar’ın Hüzzam şarkısından başka eser yok
musikimizde.

Balkonda saatlerce düşündüm seni andım
Bittim eridim gözyaşı dökmekten usandım
Hicranına tahammül güç imiş şimdi inandım
Bittim eridim gözyaşı dökmekten usandım.

Bu şarkının güftekârı (söz yazarı) birçok eser de olduğu gibi bilinmiyor ne yazık ki.

Meraklısı için ek 1: Şu güzel eseri aşağıdaki linkten hem de Müzeyyen Senar’ın yorumuyla dinleyebilirsiniz.

Bu yazı toplam 238 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 474 99 63 | Haber Yazılımı: CM Bilişim