“Tehdit altındaki kadınlara silah eğitimi ve ruhsat verilmeli. Üç - beş katil adayı temizlenirse ancak durur bu işler. Keşke Özgecan da, Ceren de, Emine de, Şule de ve benzerlerinde silah olsaydı. Katil erkekler geberseydi. İşte bu ülke hepimizi bu uç noktalara kadar getirdi” diyen Zülfü Livaneli, toplumsal bir beklentinin umutsuzluğa nasıl dönüştüğünü yazı ile haykırmış adeta. Kadın cinayetleri, istismarlar bir toplumun yok oluşunun ayak sesleri değil de nedir? Hala bu konuda net bir adım atılmış değil. Bu konudaki her suskunluk, zalimlerin ekmeğine yağ sürüyor. Hukuk bu konuda caydırıcı olmadıkça, kurbanlara yenileri ekleniyor. Samimiyetsiz kınamalar ne yazık ki bu işin çözümü değil. Gerçekten bu ölümleri durdurmanın bir yolu olmalı. Toplum olarak ölümlere öyle alıştırılmışız ki, duyduğumuz en iğrenç olay bir haftada kendisini unutturuyor. Kimse bir haft a önce hayatını kaybeden balerinin ismini hatırlamıyor. Türkiye’de toplum gerçekten uçurumun kenarında bir hayat sürüyor. Kültür ve toplumsal değerlerin hiç önemi yok. Her şeyi öylesine tüketiyoruz ki! Bir ülkede kadın ve çocuk öldürülüyor, bunalıma sürükleniyorsa o ülkedeki toplumun yeri gerçekten tımarhanedir. Türkiye bu tehlikeyi neden görmezden geliyor anlamıyorum. Aile Bakanlığı, Adalet Bakanlığı toplum değerlerini hiç sayanlara karşı köklü mücadeleyi neden yapmıyor anlamak mümkün değil. Devlet, bu konuda toplumun değerlerine kulak vermeli. Kadına, Erkeğe ve çocuğa eşit yaşam hakkı sunacak reformları hayata geçirmeli. Katillerin, hırsızların ve zalimlerin korkulu rüyası olmalı. Bir ülkede aydınlar, “Bu cümle, durumun vahametine dikkat çekmek amacıyla şok etkisi yaratmak için yazıldı. İsyan duygusu içinde. Bir çare önerin dostlar. Kadın öldürmeyi moda haline getirdiler. Yargı vs yetmiyor!” diyerek bir yazar çaresizliği kaleme döküyorsa, bu saatten sonra ne söylesek boş.
Bu yazı toplam 633 defa okunmuştur.