Bugün 09 Kasım 2025 Pazar
  • Antalya21 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    5429.936
    %0.00
  • Dolar
    42.2029
    %0.00
  • Euro
    48.8609
    %0.00

EŞREF URAL / JOURNAL-KONUK YAZAR

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
EŞREF URAL / JOURNAL-KONUK YAZAR

ANKARA GARI

09 Kasım 2025 Pazar 10:13

20. yüzyılın son çeyreğinde ortaya atılan ve edebiyat dünyasında yer yer dile getirilen bir iddia vardı “şiir öldü” diye. Şiir denilen edebî dilin çok yorulduğunu ve hep söylenmiş olanı tekrarlayan bir oyuna dönüştüğünü öne süren bir teoriydi. Kuşkusuz bu tartışma bizim gibi şiir yazmaya pek hevesli genç şair adaylarının pek de hoşuna gitmezdi ve aslında biraz da umursamazdık. Umursamazdık, çünkü bizim şiirin verdiği imkan üzerinden söylenecek sözümüz vardı, duygularımız vardı, düşlerimiz vardı ve şiir bizim bir anlamda elimizdeki en güçlü silahımızdı. Bu silahı ucuz bir entelektüel tartışmaya kurban etmeye gönlümüz razı olamazdı.

Ve şu an elimde bu iddiayı çürüten, şiir denilen esrarlı ve müzikal dilin hâlâ canlı ve ayakta olduğunu her yönüyle kanıtlayan bir kitap tutuyorum; ANKARA GARI. Şairi Nusret Gürgöz. Bilindiği gibi 2015 yılının 10 Ekim günü Ankara yolcu garajında bir katliam yaşanmış ve yüz dokuz insanımız o katliamda yaşamını yitirmişti. Kuşkusuz çok korkunç bir olaydı ve bu ülkede vicdanını yitirmemiş her insanın belleğine  kazınmış bir büyük travma idi. Belli ki şair Nusret Gürgöz yeni yayımlanan bu kitabına aynı ismi vermek suretiyle, hem bu insanlık dışı katliamı tekraren lanetlemek, hem de bu katliamda yaşamını yitiren insanlarımıza bir anlamda selam göndermek istemiş olmalı.

Nusret Gürgöz’ün edebi yolculuğunda yazdığı bütün şiirlerini ve edebi metinlerini beğeniyle ve biraz da “kıskanarak” okudum. “Keşke bu dizeyi ben yazmış olsaydım”, “keşke bu cümleyi ben akıl etseydim” diyerek. Kelimeleri öylesine ince bir nakış işler gibi işliyor, öylesine hassas bir terazide tartıyor ki, nasıl kıskanmamayım?

Yurduma gittim, dağları tepeleri dolaştım

Erik çaldım, hüzün topladım, keder içtim

Çocukluğumu sevdim, gençliğime selam uçurdum

Pınarlarla, vadilerle, başaklarla

Üzgün yaşlılarla, yorgun kadınlarla

Adsız mezarlarla, viran kiliselerle konuştum

Düzgün Baba’ya vardım, yüzümü güneşe döndüm

Çıralık nedir öğrendim, yoksulun halini bildim

Halvori’de yundum, kutsandım, ant içtim

Palavra Meydanı’na yürüdüm, bıyıklarımı kemirdim

Alıntılarla söz ve slogan yarıştırdım

Duvar yazılarından hal hatır sordum

Sonra döndüm sana geldim.

Kitap boyunca büyük ve kadim bir coğrafyada yolculuğa çıkıyorsunuz. Kadim şehirler, kadim nehirler, ovalar, yaylalar… Köstence’den Astana’ya, Zonguldak’tan Halep’e, İzmir’den Erivan’a, Selanik’ten Cizre’ye, Ilgaz Dağlarından Nil nehrine, Toros Dağlarından Dicle’ye… Elbette bu sadece bir coğrafî yolculuk değil, bir kültür, bir medeniyet yolculuğu. Dizeleri okurken bu şehirlerin, bu nehirlerin, bu dağların adlarının öylesine ve tesadüfen serpiştirilmediğini anlıyorsunuz zaten. Bu başka ve pek esrarlı bir yolculuk.

Ve Nusret Gürgöz, hâlâ ve ısrarla, barıştan, kardeşlikten söz ediyor her dizesinde, her kelimesinde. Sanki hiç bir şey yaşanmamış gibi, sanki bu topraklar ve bu yaşlı şehirler bin senedir hiç acı, kan, gözyaşı görmemiş gibi, ısrarla ve inatla barıştan söz açıyor. Sanki barış hemen ötemizde, biraz gayret etsek, biraz inansak uzanıp tutacakmışız gibi konuşuyor. Ve ben Nusret Gürgöz’ün bu iyimserlik ve umut kokan dizelerini okudukça tarihi düşünüyorum, İskender’i, Haçlıları, Cengiz Han’ı, Timur’u, coğrafyayı, İbn-i Haldun’u, coğrafyamızın kaderini, halkların kaderini, evlatlarımızın kaderini… Ama Nusret Gürgöz’ün bu iflah olmaz iyimserliği, geçici bir süre de olsa içimi ısıtıyor, “ahhh keşke, diyorum, ah keşke”.

Ölüm, acı, susuzluk, kurşun, yara, yaralı, ağladım, ağıt, kan, çığlık gibi insana dair ve fakat pek hüzünlü sözcükler eşlik ediyor okurken. Çünkü burası Anadolu, çünkü burası Mezopotamya, çünkü burası Ortadoğu. Buralarda doğan her çocuğun alnına bu hazin kelimeler henüz doğmadan tarih ve coğrafya tarafından yazılır. Ve elbette buralarda gezinen şairler ve ozanlar da bu iklimden kendilerine düşen payı alırlar ve bunu da eserlerine serpiştirirler. Bundan kaçamazlar, çünkü bu bir kaderdir, kaderden kaçış olmaz. Nusret Gürgöz de kaçamaz, sen de kaçamazsın.

Ama elbette salt karamsarlık, salt hüzün yakışmaz insana. Bir ömür taşınacak yük değildir. İnsan ve şair, önünde sonunda “iyimser” bir yolculukta büyümek ister. Nusret Gürgöz de bunun farkındadır elbet ve her şeye rağmen “gelecek güzel günlerden”, güzel, umutlu ve iyimser zamanlardan söz açmadan edemez;

“pazara acice getirmiş köylüler

daha ne olsun, ekmeğimize katık yapacağız

bozlak söyleyeceğiz

puştlar gidecek / Lazkiye şenlenecek

biz emekle / şiirle kuracağız

bu ülkeyi ve yeryüzünü

yeniden”.

Ben bu güzel ve umutlu dizeleri okuduktan sonra bir an gözlerimi yumuyorum, derin bir nefes çekiyorum ciğerlerime ve kendi kendime mırıldanıyorum: “Ahh keşke, umarım, inşallah”.  

 

 

 

Bu yazı toplam 192 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 474 99 63 | Haber Yazılımı: CM Bilişim