Bugün 11 Ekim 2025 Cumartesi
  • Antalya22 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    5395.998
    %0.02
  • Dolar
    41.8067
    %0.02
  • Euro
    48.5819
    %0.00

ALİ YILDIZ / KONUK YAZAR

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
ALİ YILDIZ / KONUK YAZAR

MUHARREM YELLİCE HOCA’YA

11 Ekim 2025 Cumartesi 11:24

MUHARREM HOCA, BİZİM BİR YAZIMIZI SEPİCİNİN TAŞ DUVARDA DERİ ESKİTMESİ GİBİ (DERİMİZ DE O KADAR KALIN DEĞİLDİR AMA!)TAŞLARA ÇARPARAK YANİ TAŞLAYARAK OLUMSUZLAMIŞ.
BEN ŞİMDİ BU YANITA YANIT VERECEĞİM AMA NERESİNDEN BAŞLAYALIM?
BİZ YAZIYI ARAPLAR NEDEN BAŞARAMADILAR DA TÜRKLER BAŞARDI SORUSUNA ALTERNATİF CEVAPLAR ARAMAK MAKSADIYLA KONU AÇMAK İÇİN YAZMIŞTIM.
AMA MUHARREM HOCA, BEY DAĞLARININ BAŞINDAN KAMİKAZE GİBİ ATLADI YAZIYA. YAHU HOCA AĞZINDA KİL ISLANSIN AZICIK SABRET.
 
Şöyle bir Anadolu Fotoğrafı ile Altlık Yapıp Öyle Girişelim:

ANADOLU 9 VE 10. YÜZYILLARA GİRERKEN BÜYÜK YIKIMLARA UĞRAMIŞTI.

X. Yüzyılda Bizans toprağı Anadolu Coğrafyasından halkı canından bezdiren birkaç olumsuz fotoğraf koyalım önce:
Biraz daha eski tarihlere gidersek; M.S. 17 yılında, M.S. 121 yılında ve M.S. 447 yılında Anadolu’yu çok etkileyen depremler olmuştur. Koca tiyatro ve viyadükler akuadükler saraylar yıkılmış köprüler uçmuştur.
Anadolu’da geniş bir coğrafyada etkili olan diğer bir deprem M.S 17 yılında yaşanan Asia Minor depremidir. Bu depremde Batı Anadolu bölgesinin geniş bir kesimi ciddi manada etkilenmiş ve bölgedeki şehirlerde tahribatlar olmuştur.
Anadolu yarımadasını ve iç kesimleri etkileyen depremler bulunmaktadır. Ünlü Roma şehirleri yıkılmış insanlar yıkımın altında kalmıştır. Roma yol ağı ayaktadır ama ticaret yapacak para, tüccar,  ticari kervanları koruyacak muhafızlar kalmamıştır.
Depremlerin arkasından meydana gelen salgın ve bulaşıcı hastalıklar da Anadolu halklarını kırıp geçirmiştir. Barış zamanlarında ihtiyaç olan hekimler salgın zamanında muhtemelen kendileri de aynı tehlike ile karşılaştığından canlarının derdindedir. Halkın müracaat kapıları azalmış ve etkisizleşmiştir.
Bu yıkımların sonunda Anadolu ve Avrasya uzun süren veba, çiçek, cüzzam, frengi ve kolera salgınları ile uğraştı.
Orta Doğu’da 10. yüz yılda insanlar evcilleştirdikleri hayvanlardan bulaşan ve bir insan paraziti olarak ortaya çıkan çiçek hastalığı zuhur etti. Bu Selçuklu Türklerinin Anadolu civarında görünmeye başladıkları zamana rastlar.
Tarihi Çin ve Roma kayıtları M.S. 1. ve 2. Yüzyıllarda bir dizi uzun süren salgın hastalıklarla uğraştı Salgınlar Avrasya’nın bir ucundan diğer ucuna kadar ülkeler arasında yayılarak Hun ve Roma imparatorluklarının insan gücü zafiyetine uğrayarak yıkılmasına sebep olacak kadar büyür.
İstanbul’da Roma İmparatoru Jüstinyen zamanında(MS.565) vebadan günde 8.000- 10.000 insanın öldüğü kayıtlarda vardır. Hatta Selçuklu döneminde de veba ile mücadele devam etmiştir.(Yeliz Aksoy. S.254)
Şimdi düşünelim; bunca yıkıntı ortada iken ve Bizans’ın bu yıkımlara gerek ekonomik gerekse yetişmiş insan gücü usta, hekim, veteriner olarak çözüm bulamadığı ortadadır.
Halk bir kurtuluş yolu ve kurtarıcı aramaktadır. Tam bu sırada Selçuklu Türkleri Anadolu sınırlarındadır.
Daha önce yazdığımız gibi, marangoz, dülger demirci, taş ustası, veteriner, hekim ve sagunlarla Anadolu’ya gelen teşkilatlı Selçuklu Türkleri Anadolu’nun çaresiz ve tükenmiş halkları için tam bir umut ışığı olmuştur.
Şunu bilmek lazım:
Selçuklu Türkleri, Horasan’a inmeden önce de sonrasında da Türk kökenli Karahanlı(Karluk), Gazneli, Harezmşahlar, hatta son demini yaşayan Oğuz Yabguluğu arasında pres olmuş vaziyetteydi.
Dört yandan yedikleri baskıya rağmen Çin’den Roma’ya doğru devam eden ticaret yolundan vazgeçmeden  bağımsız kalabilmeyi başarmalıydılar. Hazar Kağanlığına bağlı Bir Türkmen beyi olan Dukak Oğlu Selçuk Sübaşı  kağanlığın yıkılışından sonra kendi örgütleri ile ayakta kalma savaşı veren Selçuklu Türkleri burada baş başa kaldıkları Oğuz kolları ile örs ile çekiç arasında dövüle dövüle çelikleştiler. Hayatta kalmanın bütün siyasi  ve diplomatik yollarını kullanarak sosyal yaşam örgütlenmelerini  denedikleri gibi, kendi aşiretleri yanında onlara bel ve umut bağlamış olan diğer Türk-Oğuz topluluklarını da kanatları altına toplamayı başardılar.
Onlar için yeni bir yurdu teşkilatlandırmak  o kadar da zor değildi.
Selçuklu Türklerinin toplumsal hazırlığı Anadolu’yu  yurt yapmak isteyen bir fatih için fevkalade bir avantajdı ve bunu kullandılar. Halk da kabullendi.
Bilmem anlatabildim mi Muharrem Hoca?
Buradan aşağıda onun yazısından alıntıladığım parçaların altına büyük harflerle yazdığım cevaplar veya açıklamalar girecek. İnşallah okuyan olur.

SEPİCİ GİBİ TAŞTAN TAŞA VURARAK, KENDİ KÖŞECİĞİMİZDE KENDİ HALİMİZE YAZDIĞIMIZ BİRKAÇ SATIRI OKUYANLAR BİLE ANLAMASIN DİYE LASTİK GİBİ UZATIP, YETMEDİĞİ YERDE HALİL İNALCIK’I DA YARDIMA ÇAĞIRAN DEĞERLİ HOCAM MUHARREM YELLİCE ! BİR ÇUVAL ÇAKILTAŞINI ÖNÜMÜZE DÖKÜP GİTMİŞSİN.
ÇOĞU YERDE YENİ BİR YAZI KONUSU OLACAK ŞEYLERİ MÜNASEBETİ YOKKEN BURAYA SIKIŞTIRMAK İSTEMİŞSİN.
HEP DERİM Kİ BÜTÜN BİLDİKLERİNİ AYNI ANDA KONUŞMAK ZORUNDA DEĞİLSİN. BEKLE VEYA AYRI KONU BAŞLIĞI SEÇ. YAZ OKUYALIM. HAYIR YAPMIYOR. İLLA Kİ ORTALIĞI KARIŞTIRACAK!
Anlamından saptırdığın yerlerin altına veya yanına İTİRAZLARIMI BÜYÜK HARFLERLE yazdım.
Okuyan olursa bakarız.

M. Yellice Şöyle Yazmış:
Değerli dostum Tarihçi
(TARİHÇİLERİ ÜSTÜME SALDIRTMAK İSTİYOR, ÇÜNKÜ DEĞİLİM !) Ali Yıldız’ın, Türklerin Anadolu’yu imar faaliyetleri ve “gönül kazanma” yoluyla fethettiği yönündeki romantik tezi tarihî gerçeklerle örtüşmüyor. Dönemin kronikleri ve modern tarih araştırmaları, Anadolu’nun fethinin ardında yatan asıl gerçeğin, binlerce yıllık savaş hukukunun değişmez kuralları olan “ganimet ve esir” anlayışı olduğunu gösteriyor. Türkler, Emevîler ve Abbasîlerin başaramadığını kılıçlarının keskinliği, askerî stratejileri ve fethettikleri topraklar üzerinde kurdukları mutlak hâkimiyetle başarmıştır.
Ali Yıldız, 6 Ekim 2025 tarihli yazısında Emevî ve Abbasîlerin dört yüz yıl boyunca “zorba ve yağmacı” bir tavırla Anadolu’yu ele geçiremediğini; Türklerin ise bölgeye yollar, köprüler, hanlar, hamamlar inşa ederek ve yerel halkın dinine, diline karışmayarak gönülleri kazandığını savunmaktadır. Kulağa hoş gelen romantik bir yaklaşımdır bu
(ZIMNEN, ÖYLE BİR ANLAM ÇIKARILSA DA “ZORBA VE YAĞMACI” DEYİMLERİNİ KULLANMADIM. AMA BÖYLE BİR SAVUNMA YOK ZATEN SAVUNMA YOK. YAZIDA TEMSİLİ BİR FOTOĞRAF VERDİK. ASIL OLAN O AN YAŞAYAN ANADOLU İNSANLARININ KABULLENECEĞİ TEŞKİLATA SAHİP OLMAK.HİÇ DE ROMANTİK DEĞİL YAŞAMIN TAM ORTASINDAN)
Bu yaklaşım, modern insancıl değerleri geçmişe yansıtan bir temennidir; ancak tarihî belgeler bu tabloyu desteklemez. Anadolu’nun kapıları kılıçla açılmış, Türkleşme ve İslâmlaşma da yine kılıcın gölgesinde gerçekleşmiştir.
(BEN TÜRKLEŞME VE İSLAMLAŞMADAN DA BÖYLE SÖZ ETMEDİM. KILICI KİM İNKÂR ETMİŞ Kİ, ARAPLARIN DA KILICI VARDI VE ÇOK DA KAN DÖKTÜLER. HEM ANADOLU’DA, HEM DAHA ÖNCE TÜRKLERE KARŞI ORTA ASYA’DA. DEDİK Kİ BİR TOPRAĞI KILIÇLA ALABİLİRSİNİZ AMA ONU VATAN-YURT YAPMAK ve BİN YIL ELDE TUTMAK İÇİN BAŞKA ARAÇLAR  GEREK)
BURAYA KADAR YAZDIKLARINA BAKINCA MUHARREM HOCA’NIN BENİM YAZIYI OKUMADIĞI ANLAŞILIYOR. OKUSAYDI ANLARDI. AMA BİR KUŞKUM VAR. EĞER HOCA OKUDUKLARINI BÖYLE ANLIYORSA ÖĞRETMENLİK YAPTIĞI DÖNEMDE PEK ÇOK GENCİN KOMPOZİSYONUNU YANLIŞ DEĞERLENDİRİP CANINI YAKMIŞTIR. YAZIK OLMUŞ ÇOCUKLARA.)

Emevî ve Abbasîlerin Anadolu’da kalıcı olamamasının sebebi Müslüman olmamaları veya savaşçı olmamaları değil, stratejik ve coğrafi engellerdi. Şam ve Bağdat merkezli hilafetler için Anadolu uzak bir cepheydi; askerî sevkiyat zor ve maliyetliydi. Bizans İmparatorluğu 7–9. yüzyıllarda güçlü bir merkezi otoriteye sahipti; Toroslar ve Anadolu içlerindeki sarp coğrafya, Arap ordularının ilerleyişini engelledi. Arap seferleri çoğunlukla yazlık akınlar biçimindeydi: girilip yakılan yerler kış gelince boşaltıldı. Konstantinopolis kuşatması (717–718) büyük hezimetle sonuçlandı, İznik–Afyon–Emirdağ hattında Bizans ordusu üstünlük sağladı. 727 yılında Emevî ordusu İznik’i kuşattı ama başarılı olamadı. 740 yılında Bizans İmparatoru III. Leon, Afyon’u kuşattı; Araplar yenildi. Bu tarihlerde Emevî Arap saldırıları Türkistan’da devam ediyordu. 711’de Buhara düştü. Emevî Devleti’nin başkenti Harran’dı. Göktürk Devleti, Uygur ve Karahanlı Türk boylarının isyanlarıyla uğraşıyordu. Emevî Devleti 751 yılında yıkıldı. Abbasîler Emevîleri devirerek iktidar oldu. Ancak kendi iç sorunları fazlaydı. Bu dönemde iç kargaşalar ve doğuda Horasan, Türk bozkırları gibi başka tehditler Anadolu’ya stratejik öncelik tanınmasını engelledi. Abbasîlerin önceliği Anadolu olmadı. 1055 yılına gelindiğinde Abbasi Halifesi Arap Büveyhî oğullarının kontrolündeydi. Tuğrul Bey halifeyi kurtarıp damat oldu. Doğuda Arap tehdidi ortadan kalktı. Fâtımî halifeliğine son vermek için Mısır’a giderken Bizans’ın Doğu Anadolu’ya yönelmesiyle 1071’de Anadolu kapıları Avar Türkleri sayesinde Oğuz boyuna açıldı.
(BURASI DOLGU MADDESİ GİRMİYORUM. PEYGAMBERLER TARİHİNE DE DEĞİNSEYDİN HATTA NUH OĞULLARINDAN BAHSETSEYDİN HOCAM!)

Türkler'in Başarısının Sırrı: Kılıç, Yürek ve Kitlesel Göçtür.
 
 (BİZ NE YAZMIŞIZ? YANİ ANADOLUYA SADECE EĞRİ KILIÇ VE TULPAR ATLARI İLE DEĞİL TEŞKİLATLARI İLE GELDİLER)
Türklerin Anadolu sahnesine çıkışı ise bütünüyle farklıydı. Selçukluların Malazgirt öncesi akınları, imar ve dostluk değil “keşif ve talan” niteliğindeydi.
(BUNLARI BİLİYORUZ. İLK KEŞİF HAREKÂTI DA ÇAĞRI BEY TARAFINDAN 1012 DE ORTA VE BATI ANADOLUYA YAPILDI)

Kaynaklar, Selçuklu komutanlarından Sâlâr-ı Horasan’ın 1065–66’da Urfa seferinden “büyük ganimet ve esirlerle” döndüğünü kaydeder. Dönemin savaş hukuku acımasızdı: erkekler öldürülür ya da esir alınır, kadın ve çocuklar mallar gibi paylaştırılırdı. Bu yöntem Sümer’den Roma’ya, Arap’tan Moğol’a tüm fetihçi toplumlarda ortaktı; Türkler de istisna değildi. “Horasan Erenleri” mitolojik bir efsanedir; 1950’den sonra Türk tarihine sokulan bir hurafedir. Gumilev, “Hazar Çevresinde Bin Yıl”, “Eski Ruslar” ve “Büyük Bozkır Halkları” eserlerinde bu konuyu detaylandırır ve der ki: Bizans ve Haçlı kılıcı ince dökme kılıçtı, Selçuklu’nun kılıcı dövme, keskin ve kalın kılıçtı.
Bu kılıç karşısında şövalye kılıçları toz buz oldu. Galibiyetin temeli yürek, bilek ve güçlü teknik silahtı.

( BİR GÜN SELÇUKLU TÜRK KILICINI DA ANLATMALIYIM. AMA MARTENZİTİK KARBON-DEMİR KRİSTAL YAPISINDAN BAŞLAYARAK)

Kâfirler iman gücüne değil, bilek ve yürek gücüne boyun büktü.
(BİZİM BÖYE BİR İBAREMİZ Mİ VAR?)

1071 Malazgirt Zaferi, Bizans ordusunu ezerek Anadolu’nun kapılarını savunmasız bıraktı. Kapılar açıldı, sınır güvenliği yok oldu. 1076’da Miryokefalon savaşıyla İznik’e dayandık. Sınır güvenliği olmayınca ardından gelen Türkmen boyları planlı bir imar projesi için değil, kendilerine yeni yurt ve otlak arayışıyla kitleler halinde Anadolu’ya aktı. Anadolu’da kimse Türk'e kucak açmadı. Anadolu’da Bizans vardı. Kürt boyları da bizimle geldi. Amerikan uşaklığı yapan Kürtler'in “Alp Arslan’a yardım etti” hikâyeleri masaldır. Arap buralarda zaten yoktu. Alp Arslan ve ardından Anadolu Selçukluları sadece askerî üstünlük sağlamakla kalmadı; Türkmen göçleriyle demografiyi de dönüştürdü. Çünkü idari yapıda bir devlet geleneği algısı vardı.(BUNLAR KONU DIŞI)

İmar ve Medeniyet, Fetihten Sonra gelir.
Yollar, köprüler, kervansaraylar, medreseler ve vakıf düzeni Selçuklu hâkimiyetinin ikinci safhasıdır.

 (İDDİAMIZ SELÇUKLULARIN ANADOLU’YA GELİRKEN HAZIRLIKLI DONANIMLI GELMİŞ OLDUKLARINI ORTAYA KOYMAKTIR. HATTA TÜRKLERİN ORTA ASYADA KURDUKLARI ŞEHİRLERİN ÜSTÜNE KİTAPLAR YAZILMIŞTIR. ŞEHİRLEŞME SOSYAL HAYATTA ORGANİZE OLMAK VE DEMOKRATİKLEŞME ADIMLARININ BAŞIDIR. TARİHİ KAYITLAR DA ÖYLE GÖSTERİYOR. SADECE SOSYAL VE SOMUT MESLEKLER TASNİFİ BİLE BÖYLE OLDUĞUNU ORTAYA KOYAR).

Bu kurumlar fethe hazırlık değil, fethedilmiş ve vergiye bağlanmış topraklarda güvenliği pekiştirmek ve ticareti canlandırmak için inşa edildi. Halil İnalcık’ın belirttiği gibi, “Anadolu’nun Türkleşmesi fetihle başlar; Türk kitlelerinin iskânı ve İslâm kurumlarının yayılmasıyla tamamlanır.”[1] Speros Vryonis de Bizans’ın iç yapısının çöküşüyle birlikte Türk yerleşimi ve İslâm kurumlarının bölgeyi dönüştürdüğünü vurgular.[2] Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu imar faaliyetlerinin 12. yüzyıl sonları ve 13. yüzyılda yoğunlaştığı; Malazgirt’ten yaklaşık bir asır sonra gerçek şehirleşme ve medenî kurumların yükseldiği tarihçilerin ortak tespitidir.

(MUHARREM HOCA,  TEMAS ETMEDİĞİM KONULARA GİRİP AMELİYATLI KAFAMI YORMAK İSTEMİŞ)

Türklerin, yerel halkın din ve diline “karışmadığı” iddiası da eksiktir. Fetih aynı zamanda dini-kültürel hâkimiyetin ilanıdır. Anadolu’daki sayısız kilise camiye çevrilmiştir. Bu, yeni egemenliğin en görünür sembolüdür. Diyarbakır Ulu Camii’nin (eski Mar Toma Kilisesi) ve pek çok Selçuklu şehrindeki dönüşümlerin hatırlatılması yeterlidir. Yeni devletin dili, hukuku, ticareti Türkçe ve İslâmî çerçevede şekillenmiş; halk yavaş yavaş bu hâkim kültüre eklemlenmiştir. Gönüllü kabulden önce uzun bir “otoriteye uyum” dönemi vardır.Toparlarsak; ( ATI ALIP HARMANDAN KAÇMIŞ):

Anadolu’nun fethi ne “zorbalıkla hiçbir iş yapmadan” ne de “gönülleri kazanarak altyapıyla” oldu. Gerçek daha serttir: Önce kılıç, fetih ve iskân; sonra devlet düzeni, imar ve kültürel dönüşüm. Emevî ve Abbasîlerin başaramadığı şey, kalıcı nüfus ve askerî hâkimiyet kuramamalarıydı. Zaten gayeleri Anadolu’yu vatan edinmek değil yağmalamaktı. Aynen Gazneli Mahmut ve Timur’un Hindistan’da yaptığı yağmalama mantığını Araplar uyguladı. Babür 1526’da Hindistan’a girdi, burayı vatan yaptı, yatırım yaptı. 1857 yılına kadar var oldu. Babür, Selçuklu atalarının yaptığını yaptı. Anadolu vatan oldu. Bu öyküyü Remzi Oğuz Arık “Coğrafyadan Vatana” adlı eserinde ne güzel anlatır. Selçuklular kılıcı demografiyle birleştirdi, ardından yollar ve medreselerle yeni düzeni inşa etti. Tarihi, hoş masallar yerine olayların soğuk gerçekliğiyle anlamak, Anadolu’nun kimliğini daha doğru kavramamıza imkân verir.

KAYNAKLAR

[1] Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu – Klasik Çağ (1300–1600), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2003, s. 12–15
[2] Speros Vryonis, Ortaçağ Helenizminin Anadolu’da Çöküşü ve 11–15. Yüzyıllarda İslamlaşma Süreci, 1971, s. 143–150.

Bu yazı toplam 448 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 474 99 63 | Haber Yazılımı: CM Bilişim