Bugün 13 Kasım 2025 Perşembe
  • Antalya14 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    5695.585
    %0.02
  • Dolar
    42.2265
    %-0.01
  • Euro
    48.9557
    %-0.03

MUHARREM YELLİCE / KONUK YAZAR

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
MUHARREM YELLİCE / KONUK YAZAR

ÖLÜM FİKRİNİN SESSİZ DERİNLİĞİ

12 Kasım 2025 Çarşamba 22:19

İnsanın ölüm karşısındaki tutumu, tarih boyunca onun Tanrı’yla, evrenle ve kendi bilinciyle kurduğu ilişkinin en yalın aynası olmuştur. Ölüm fikri, yalnızca sonu anlatmaz; anlamın da en keskin sınırıdır. Bu sınırda duran her büyük ruh, ister filozof ister şair olsun, aynı soruya farklı bir yankı vermiştir: “Yaşamak neye değer?” Mal da yalan , mülk de yalan, Var biraz da sen oyalanan! Öyle de ölüm gerçeği diye bir şey var..

 Ölüm fikri ile felsefi temayı Makber şiiriyle  Türk Edebiyatı'na  sokan adam Abdülhak Hamid Tarhan’dır. Abdülhak Hâmid Tarhan’da ölüm fikri, “Makber” adlı eserinde[1] bir eşe adanmış ağıt olmanın ötesinde, metafizik bir isyanın ifadesidir.

 “Eyvah ne yer, ne  yâr kaldı.

 Gönlüm dolu ah u zâr kaldı.

 Şimdi burdaydı gitti elden.

Gitti ebede gelip ezelden!.

 Ölümle, ne gök, ne ay, ne gün kalır, hep var olan sensin ey ölüm!” deyişiyle Hamid ölümün bakiliği ve bilinmezliğine akıl erdiremez. Hâmid, ölümü yalnızca bir yokluk değil, Tanrı’yı sorgulayan bir bilinç düzeyine taşır. Tanrı’ya sitem eder.

Ne edelim büyükse devran!

 Ne edelim küçükse insan. Bu deyiş ilk defa edebiyatımızda Tanrı’ya bir başkaldırıdır.

Cahit Sıtkı Tarancı’da ölüm, melankolik bir kabullenişin ifadesidir. “Neylersin ölüm herkesin başında”[2] dizesiyle o, kaderin eşitliğini vurgular. Tarancı’da ölüm, korkunun değil, farkındalığın adıdır; yaşamı anlamlı kılan, onun sınırlılığıdır.

Necip Fazıl Kısakürek, “Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber”[3] dizesinde ölümün mistik yüzünü gösterir. O’na göre ölüm bir bitiş değil, hakikatin perdesidir. Schopenhauer’in karamsar hiçlik düşüncesinin aksine, Necip Fazıl’da ölüm, bir “dönüş” olarak tasavvur edilir. Mevlana ve Şeyh Galip’te de böyledir.

Montesquieu, “İnsanın ölümsüzlüğü arzulaması, doğanın yasasına karşı bir gururdur”[4] derken, ölümün, doğanın devamlılığı içindeki zorunlu payını vurgular. Onun bakışında ölüm, bir felaket değil, düzenin gereğidir.

Schopenhauer ise “Yaşam, ölümü sürekli doğurur; ölüm de yaşamı susturur”[5] diyerek, varoluşun trajik döngüsünü felsefi bir dinginlikle yorumlar. Ölüm, onun için yaşam iradesinden kurtuluşun tek yoludur.

Bu düşünür ve şairlerin ortak yönü, ölüm karşısında insanın anlam arayışıdır. Hâmid’in metafizik isyanı, Tarancı’nın içsel huzuru, Necip Fazıl’ın, Mevlana ve Şeyh Galib’in  imanlı teslimiyeti, Montesquieu’nün akılcı kabullenişi ve Schopenhauer’in varoluşçu reddi aynı hakikatin farklı tonlarıdır: Ölüm, insanın kendisiyle yüzleşmesidir.

Sonunda edebiyat bu yüzleşmeyi dile getirir, felsefe ise o dile anlam arar. Ve her ikisi de susar. Çünkü ölüm üzerine söylenen her söz, ancak sessizliğe yaklaştıkça hakikate benzer.

KAYNAKÇA

[1] Abdülhak Hâmid Tarhan, Makber, İstanbul: Tercüman Yayınları, 1973.

[2] Cahit Sıtkı Tarancı, Otuz Beş Yaş, Ankara: Varlık Yayınları, 1946.

[3] Necip Fazıl Kısakürek, Çile, İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 1980.

[4] Montesquieu, Düşünceler, çev. Orhan Düz, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1986.

[5] Arthur Schopenhauer, İsteme ve Tasarım Olarak Dünya, çev. Ahmet Aydoğan, İstanbul: Say Yayınları, 2017.

 

Bu yazı toplam 138 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 474 99 63 | Haber Yazılımı: CM Bilişim