Antalya tarihle iç içe olan, tarihi eserleriyle dikkat çeken bir şehir. Antalya’yı farklı yapan özelliklerin başında da tarihi eserlerinin bir hayli fazla olması şüphesiz.
Dolayısıyla başta Antalya’daki tarihi eserlerin yerli ve yabancı turistlere gerektiği biçimde tanıtılması lazım.
Ancak bu konuda çok başarılı değiliz.
Öte taraftan gerek Antalya’daki müzeler, gerekse başka şehirlerdeki müzelere çok fazla ilgili olduğumuz söylenemez.
Tarihi değerlerimiz var fakat değerlendiremiyoruz.
Ekseriyetle piknik alanlarını tercih ediyoruz.
Benim burada söylemek istediğim şey, Antalya olarak farkına varamadığımız potansiyellerimizden birisi de Antalya Müzesi…
Uzak tarihimizden yakın tarihimize ışık tutan birbirinden değerli eserleri ve kalıntıları bünyesinde barındıran Antalya Müzesi’ne ziyaretçi sayısı beklenenin altında.
Okul çağındaki çocuklarımızın, öğrencilerimizin bile yeterli ölçüde müzeyi gezdiğini söylemek zor.
Yoldan geçerken bazen bakarken bile görmediğimiz müze kadar, tarihi kalıntıların varlığı aslında bu şehrin en büyük zenginliği.
Dolayısıyla tarihi mirası.
Ve Kaleiçi’nde adeta burnumuzun dibindeki Suna – İnan Kıraç Sanat Müzesi’ni gezerken tarihe tanıklık eden bölümlerin güzelliğini görmeliyiz.
Antalya’yı “farklı” kılan özelliklerden birisi kuşkusuz ki, tarihe tanıklık eden yönleri.
Birçok medeniyetin beşiği olan ülkemizde tarihi eserlerin korunması ve gün yüzüne çıkarılması ile ilgili çalışmalar devam ediyor.
Bu eksikliği gidermek için özellikle okulların daha çok proje üretmesi, daha çok teşvik edici rol üstlenmesi gerek.
Okul idarelerine, öğretmenlerimize büyük görevler düşüyor.
Çocuklarımız müzeleri gezmeli ve görmeli.
Bilgi sahibi olmalı.
Sadece pikniğe giderek Antalya’nın tarihi güzelliklerini anlamak yetmiyor.
Örneğin Elmalı’daki ilçe müzesinin de mutlaka gezilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Tarihimizi bilirsek geleceğe hazırlanabiliriz ve fikir sahibi olabiliriz.
Sadece kendi tarihimizi değil, dünya tarihini de bilmeliyiz.
Bu yazı toplam 6976 defa okunmuştur.