Bugün 14 Eylül 2025 Pazar
  • Antalya23 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    4843.947
    %0.00
  • Dolar
    41.3226
    %0.00
  • Euro
    48.481
    %0.00

MUHARREM YELLİCE / KONUK YAZAR

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
MUHARREM YELLİCE / KONUK YAZAR

12 MART 1971'DEN 12 EYLÜL 1980'E UZANAN SARMAL

14 Eylül 2025 Pazar 01:17

 Türkiye’de 1960’ların sonundan itibaren  Türkiye’mizde görülen örgütlü şiddeti ve “terörizmi  amaç edinerek, parlamenter sistemi  Marksist Leninist  ilkeler çerçevesinde bir Proleter dikta özlemiyle oluşan  sol Derneklerin propaganda sahası haline geldi  Türkiye. 1968’de Fransa’da başlayan öğrenci hareketleri başta İstanbul üniversitesi olmak üzere Türkiye dede kıvılcım aldı. Bu kıvılcım başta haklı sebeplere dayanıyordu.  Profesörlerin  pahalı kitaplarını öğrencilere dayatmaları, yemek, yatak barınma sorunlarını bahane ederek  Sol öğrenciler, İstanbul üniversitesi  anfilerinde formlar düzenleme bahanesiyle Hocaların dersliklerini basarak zoraki öğrencileri anfilerde topladılar. Başlangıçla bu eylemler hem dersleri kaynatma  hem de  haklı istekler yüzünden  yoğun geçiyordu.  Sol yapı yurtlarda ve Yatılı okullarda örgütlenme gayreti içindeydi.  Ben Çapa Yüksek öğretmen okulunda yatılı kalıyor , İstanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi tıfıl   öğrencisiydim. Okulda sol gurup olduğunu söyleyen bir grup  yemek boykotu düzenledi. Okulda birde ümmetçi gurup vardı. Bu iki gurup yemek boykotu yaptı.  Ben katılmam ben köyümdeki evimizde hiçbir zaman üç kap yemek yemedim. Ben yemeklerden memnunum dedim. Ben  boykota katılmadım. Dışlandım. Kendi arkadaş gurubumla Türkçü bir gurup oluşturarak okula Milli Hareket, Ötüken gibi dergiler sokarak kadrolaşma eylemine giriştim. Sonuçta okulda başarı sağlandı. 6. Filo’nun İstanbul’a demirlenmesine  guruplar büyük tepki verdi. İTÜ. Gümüşsuyu yurdu baskınında  sosyal Demokrat görüşlü olduğu söylene  Vedat Demircioğlu 24 Temmuz 1968’de öldü. Öğrenci hareketlerinde ilk kan toprağa düşmüştü. Arkasından 23 mart 1970’de Ankara da ülkücü Süleyman Özmen,  8 haziran 1970’te  Dostum Yusuf İmamoğlu’nun Türkoloji koridorunda kurşunlanması, 23 kasım 1970’de ülkücü Dursun Ön Kuzu’nun şehit edildi. Tüm öğrenci yurtlarında olan gerginliğin en sertini Çapada yaşıyorduk. Yemekhane de Mercimek çorbası  ve yediğimiz makarna ile midelerimiz ısınmıştı.  Yemekten sonra kimi öğrenciler,  etüt salonlarına, kimileri kız arkadaşlarıyla  Millet caddesine , kimisi okul koridorların gezerken  Yatakhane olarak kullandığım sarı binadan bir el silah sesi  Ana binanın koridorlarında çınladı. Ben murat Küçükle Koridorda volta atıyorduk, Hasan ve Nevzat isimli iki ortak arkadaşı koridora gelerek bize katıldı. Ne oldu sarı binada dediğimiz zaman Mücadelecilerle  Solcular kavga ediyor. Binadan atlayanlar var biz  zor kaçtık dediler. Ertesi gün öğrendik. Sol görüşlü Yusuf Aslantaş tek  kurşunla öldürülmüştü. Orhan Pamuk   bu cinayeti romanına konu etmişti.  Gazete hiçte açıcı değildi. Cenaze büyük bit törenle kaldırıldı Beşbin genç bağımsızlık andı içti.12 aralık 1970 Bir tabuta sarılarak ağlayan çarşaflı bir kadın resmi vardı. Hüseyin Aslantaş’ın annesi.[1]

Hüseyin Aslantaş, Siyasi olaylara pek karışmayan kendi halinde çalışan bir öğrenciydi. Aleviydi. Ümmetçi yapının Alevilere karşı Gazali’den biri bir kini vardır. Zannediliyor ki dini bir tartışmada hedef alınarak öldürüldü. Akabinde  on dört kişi  tutuklandı Her halde faali meçhul oldu.

Yatılı Çapa Yüksek öğretmen  okulu süresiz  kapatıldı. Midemizi  ısıtacak çorbaya hasret kaldık. O günden sonra Fakültede yuvalanan sol yapı Çapalı sağda görünen öğrencileri fakültelere sokmadılar.  Derslerden devamsız yazıldık Devam karnelerimizi toplayıp Yusuf İmamoğlu hocalarımıza imzalatırken vuruldu. Gerginlik hat safhaya çıkmıştı. İşçi grevleri , Diskin  İstanbul’da düzenlediği  büyük işçi yürüyüşleri ekonomiyi sarmıştı. 1970’ sonunda büyük bir devalüasyon! Kendi iç dinamiklerimizin yarattığı sonuç. İşi şeytana başka bir güce havale etmenin anlamı yok. Tüm sol örgütlerin parlamenter düzeni devre dışına çıkarma hedefini amaç edinerek çıkardıkları anarşi,  neticede sol bir cuntacı teşebbüse verilen devlet tepkisidir 12 mart muhtırası.   Nitekim 9 Mart 1971 hattındaki hazırlıkların siyasal hedefleri arasında   Madanoğlu cunta programının parlamenter düzene ara verme, tek partili “Devrim Partisi” ve Devrim Konseyi etrafında geçiş dönemi kurma iradesine dayandığını  gerçeği mahkeme kayıtlarıyla doğrulanmıştır. [2]

12 Mart eksenli hazırlıkların ideolojik metinleri ve özellikle “Devrim Anayasası Taslağı” üzerine yapılan bilimsel çözümlemeler, “demokratik parlamenter düzene bir süre ara verileceği” fikrinin açıkça telaffuz edildiğini; siyasal hakların “Devrim Partisi” ile sınırlandırıldığı, tek-partili/tek-merkezli bir tasarımın öngörüldüğünü göstermektedir. Taslak, “Devrim Mahkemeleri”, Devrim Konseyi ve olağanüstü yargılama usulleri gibi düzeneklerle geçişin “kurumsal” omurgasını tanımlarken, çok partili parlamenter düzeni askıda tutan bir siyasal mimariye yönelir; bu çerçeve, literatürde “anti-parlamenter Baasçı” yorumlara da kapı aralar. [3] Söz konusu hazırlıkların ordu içindeki bazı kliklerle irtibatı ve 12 Mart’a giden süreçte “karşı-muhtıra” çekişmesi, dönemin aktörleri ve hatıratları üzerinden de izlenebilmektedir. [4]  Bu bağlamda 12 Mart, “darbeye karşı darbe/muhtıra” formülasyonuyla—parlamenter düzeni tümden ilga etmeyi hedefleyen bir sol-cunta hamlesini engelleme ve sistemi “reforme edilmiş” bir istikrar hattına sokma, iddiasıyla meşrulaştırılmıştır ki,  sağ gençlik ve sanayi çevreleri rahat bir nefes almıştır.  Sanayi kurumlarına saldırıyı Ali Tur Bozo adı romanında bütün gerçekliğiyle yaşayarak anlatmıştır. Muhtıra sonrasında 9 Mart’la  ihtilalle kalkışan  subayların resen emekliye sevkleri yapılmış ve yargılanmışlardır Bu darbe   Feto darbesine benzeyen bir  sol darbedir bastırılmıştır.  Bastırılan sol darbe ile  Huzur ve güven sağlanmıştır. Dolaysınla  fakültelerimize gidebilir hale geldik ve okullarımızdan mezun olduk. Toplumsal getirilimin sürdürülme imkanı yoktu. Bu gerilimi kendi toplumsal dinamiklerimiz yaratmıştır.

12 Mart sonrasında güvenlik mimarisini sertleştiren hukukî düzeneklerin başında Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) gelir; ancak DGM’ler 1976’da biçim yönünden Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilince 11 Ekim 1976 itibarıyla hukuken ortadan kalkmış; hükümetlerin sonraki yıllardaki yeniden kurma girişimleri ciddi siyasî-toplumsal gerilim üretmiştir. Bu dönemin bir diğer düğümü 1974 Genel Affıdır .Affın kapsamı ve Anayasa Mahkemesi’nin yöntem/biçim yönünden iptal kararları, 1974 sonrasında örgütlenmelerin kadro devşirmesini kolaylaştırdığı  gerçeğini ortaya çıkarmıştır.  Bu çıkarış ,12 Eylüle giden yola parkeler döşenmesine zemin hazırlamıştır.

1973 petrol krizi, 1974 Kıbrıs Harekâtı sonrasında 1975–1978 ABD silah ambargosu ve savunma yükleriyle birleşince enflasyon yükselmiş, dış finansman kırılganlaşmış; 1977 itibarıyla ödemeler dengesindeki tıkanma 1978-79’da IMF destekli  istikrar arayışlarına yol açmıştır. Zayıf/çoğul koalisyonların yönetim kapasitesi, hızlanan kentleşme-genç nüfus basıncı ve ideolojik kamplaşmayla birleşince 1976’dan itibaren kent merkezli paramiliter şiddet sıçrama yaşamıştır  Döngü, Aralık 1978 Kahramanmaraş katliamı ve 13 ilde sıkıyönetim ilanıyla ülke-sathına yayılan olağanüstü rejim iklimine evrilmiştir.

Peki bu anarşik yapının fitili nasıl ateşlenmişti. Tatbikî Amerika , Rusya ve Çin değil. Yunus demiş ya; Seni deli eden şey yine sendedir  sende !.

  Bu korkunç yılları yaşayarak biliyorum.1975- 1976 öğretim yılına Aksu öğretmen okulunda Eğitim şefiydim.  Köy Enstitüleri devamı olan bu okullarda eğitim şefinin önemli bir ağırlığı vardır. Disiplin kurulu başkanı ve öğretmenlerin  derse programlarının takibinden sorumludur. Beş yıl yatılı okuduğum    40’dan fazla binası 500 dönüm arazisi olan okula atanmam büyük bir sevinçti. Beni okutan değerli öğretmenlerimin çoğu okuldaydı. Ben Manavgat lisesinden atanmıştım. Tüm öğretmenlere lojman verildiğinden de avantajlı bir okuldu. Fakat görev çok ağırdı. Ecevit Erbakan koalisyonu zamanında 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu 14 Haziran 1973’te kabul edilip 24 Haziran 1973’te  Hukukî çerçeve  olarak Resmî Gazetenin14574 sayısıyla yayımlandı. Kanunun 43. maddesi, öğretmenliğe hazırlığın yükseköğretim düzeyinde; genel kültür, özel alan bilgisi ve pedagojik formasyonla sağlanacağını hükme bağladı. Bu düzenleme,  ilk öğretmen  okullarının statüsünün sona erdirilmesi ve öğretmen yetiştirmenin yükseköğretim kurumlarına taşınmasının anayasal/yasal temelini oluşturdu. 1972–73’te öğretmen okulu sayısı 89’a ulaşmıştı. 1973–74’ten itibaren uygun okullar öğretmen lisesine dönüştürüldü. Öğretmenlik içinse iki yıllık eğitim enstitülerine geçiş şartı getirildi.  Bu uygulamaya  1975-1976 öğrenim yılında başlanacaktı. Elimizde uygulamak zorunda olduğumuz bir kanun vardı. Devlet öğrencilerle bir sözleşme yapmış, onları ilkokul öğretmeni yapacağına dair sözleşme ile okula almış bu akdinden tek taraflı vazgeçiyordu. Devlet haksızdı. Öğrenciler haklı olarak derslere girmedi  ve dersleri boykot ettiler.  Okulda karakol kurduk.  Öğrencilerin bir  kısmını Sınıflara soktuk. Sınıflara giren öğrencilere ülkücü girmeyenlere solcu dendi. 1975 sonbaharından itibaren 89 öğretmen okulunda boykot ve protestolar oldu.  Gönen Öğretmen Lisesi’nde yüzlerce öğrencinin “öğretmen olma olanağı ortadan kalktı” diyerek okuldan ayrılmasından sonra 13 Kasım 1975 te  Gönen Öğretmen okulu kapatıldı. Trabzon Öğretmen Lisesi’nin Ocak 1976’da 10 gün kapatılmasına karar verildi. Birden 89  yatılı öğretmen  okulu anarşi yuvası haline gelivermişti.

Antalya/Aksu örneği: 1940’ta Aksu Köy Enstitüsü olarak kurulan kurum, 1951’de ilk öğretmen okuluna; 1973’ten itibaren “Aksu Öğretmen Lisesi’ne dönüştürüldü. 1977–79 arasında ise bünyesinde açılan Eğitim Enstitüsü kısa süre daha öğretmen yetiştirdi. 1975’teki ülke çaplı dalga sırasında Aksu Öğretmen Lisesi de boykotlara dâhil oldu. Hiçbir solcu öğrenci ile görüşemiyorduk . Biz faşist olmuştuk.  Kavga çıkmasın diye sol ve sağ öğrenciler arasında asker vardı. Bir  gün okula milli eğitim müdürü geldi. Gelin boykot yapan öğrencilerle görüşelim dedi. Biz gitmeyiz dedik. Müdür muavinleriyle müdür gitti. Başına bir taş yemiş olarak geldi. İşe TÖB.DER. Ant Gör gibi sol örgütler karışmıştı. Aksu’ya destek diye Antalya liselerinde de derse girmeme eylemleri başladı.

13 Kasım 1975 tarihli Milliyet gazetesi , Antalya Çağlayan Lisesi öğrencilerinin “Aksu Öğretmen Okulu öğrencilerinin yaptığı boykotu desteklemek” amacıyla derse girmeme kararını haberleştirdi.

Yine sokaklar kan gölü haline dönüyordu. Faşist olarak lanse edilen  bizler Antalya’ya inemez sokaklarında gezemez hale geldik.  Bu ortamda I.MC Hükümeti yıkıldı. Ecevit hükümeti kuruldu. Ecevit Hükümeti, anarşinin sebebini Ülkücülere bağlayarak  Tüm öğretmen okulu ve Eğitim Enstitülerin  kadrolarını yurdun değişik yerlerine sürdü . Benin nasibe ordu Gölköy lisesi düştü. Sivas’a  sınır bir ilçeydi. Türk gençliği ve aydını ikiye bölünmüştü.  Faşistler- komünistler. Başbakan Ecevit  bizim polis dedi POL-DER’li polislere. Birde  Ülkücü Polis derneği kuruldu.  Poliste ikiye bölündü.  Kurtarılmış mahaller kuruldu. Sokakları gezilemez bir gram yağ bulanamaz bir ülkeye ulaştık. 1978 Kahraman Maraş  kurtarılmış bölgesine  karşı guruptan baskınla binlerce ölüm oldu.  Ecevit’in İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı  olayı önleyemedi  İstifa etti. Demirel , Ecevit’e  hükümetin başı diyor, Türkeş Ecevit’e Kendisine oğlan dedirten köprü altı çocuğu diyor siyaset alabildiğine geriliyordu.  Siyasiler birbirlerine hakaret ediyor. Meclis başkanını seçemiyor. Sokaklarında gezilemeyen bir Türkiye  görünümü vardı. 1980 Çorum olayları  meydana geldi.  Maraş olayları gibi yine kan aktı. Demirel  başbakan. Polis teşkilatı ve Jandarma gene komutanlığı siyasi bakanlığa  bağlı. Anarşiyi yaratan sebeplerle, önlenemeyen sonuçları siyasetin beceriksizliğine  bağlıyorum.

12 Mart’ı “parlamenter sistemi feshetmeyi hedefleyen sol-cunta programına karşı devletin refleksi” olarak algılarım. 9 Mart hattındaki parlamentarizme ara ve tek-parti/konseyci geçiş fikri yaşadığım dönemin bir kesitidir. Bununla birlikte 12 Mart sonrasının hukukî gerilimleri (DGM’nin iptali, affın yarattığı tartışmalar), dış şoklar (ambargo, petrol krizi) ve iç kırılganlıklar (koalisyonlar, kentleşme, genç kitle siyaseti) 1976’larda şiddet/anarşi sarmalını hızlandırdı. Öğretmen okullarının kapatılması işin tuzu biberi oldu. 1978’den itibaren ülke çapında sıkıyönetim ve 1980’e gidilen olağanüstü iklimi kalıcılaştırmıştır. Başka bir deyişle, “devlet refleksi” söylemi muhtırayı gerekçelendirse de, yapısal kriz unsurlarıyla birleştiğinde şiddeti durdurmaya yetmemiş, aksine kırılgan kurumsal zeminde sürtünme üretmiştir.

Süleyman Demirel’in lafı güzel, 11 Eylül’de var olan anarşi, 12 Eylül’de niye bitti. Sizin siyasetinizin beceriksizliği olmalı!

Kaynaklar

1-Orhan Pamuk. Cevdet Bey ve Oğulları. İletişim yayınları. 19. Baskı. Sf.542. İstanbul2006.

2-   Beyaz Kitap: Türkiye Gerçekleri ve Terörizm. sf.208.Ankara: 1973

3-   M. Tokmak, “‘Devrim Anayasası’ Taslağı Işığında 9 Mart Hareketinin Siyasal ve İdeolojik Görünümleri,” Amme İdaresi dergisi, 57/4 (Aralık 2024     

4-   Yunus Şahbaz, “50. Yılında 12 Mart Askerî Muhtırası,” Kriter (11 Mart 2021). kriterdergi.com-

5-1803 sayılı Af Kanunu 15.5.1974)

[1] ![1]Orhan Pamuk. Cevdet Bey ve Oğulları. İletişim yayınları. 19. Baskı. Sf.542. İstanbul2006

[2] Beyaz Kitap: Türkiye Gerçekleri ve Terörizm. sf.208.Ankara: 1973

[3] M. Tokmak, “‘Devrim Anayasası’ Taslağı Işığında 9 Mart Hareketinin Siyasal ve İdeolojik Görünümleri,” Amme İdaresi Dergisi, 57/4 (Aralık 2024

[4] Yunus Şahbaz, “50. Yılında 12 Mart Askerî Muhtırası,” Kriter (11 Mart 2021). kriterdergi.com

1803 sayılı Af Kanunu 15.5.1974)

 

 

Bu yazı toplam 113 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 474 99 63 | Haber Yazılımı: CM Bilişim