Bugün 21 Eylül 2025 Pazar
  • Antalya21 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    4902.381
    %0.00
  • Dolar
    41.3339
    %0.00
  • Euro
    48.5636
    %0.00

MUHARREM YELLİCE / KONUK YAZAR

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
MUHARREM YELLİCE / KONUK YAZAR

İKİNCİ MEŞRUTİYET'İN ANATOMİSİ

21 Eylül 2025 Pazar 13:00

BİR ASIR SONRA İKİNCİ MEŞRUTİYET’İN ANATOMİSİ VE ABDÜLHAMİD’İN TRAJİĞİ

İkinci Meşrutiyet’i Tanzimat’tan “daha büyük bir hareket” diye ayırıp bütünü kopuş olarak okumak bizi yanıltıyor. Tanpınar’ın işaret ettiği gibi, Reşid–Âlî–Fuad’dan Midhat’a uzanan çizgi bir sürekliliktir; 1908, bu uzun hat üzerinde keskin bir dönemeçtir yalnızca. O yüzden mesele, “Saray dağıldı mı, dağılmadı mı?” ikilemi değildir; 1908–1913 arası yaşanan, merkez için bir yarıştır. Ve o yarış, 1913 Babıâli Baskını’yla İttihat ve Terakki lehine tek merkeze bağlanır.

 Turünay, 1908’i Tanzimat’tan “daha büyük” bir dönemeç sayar; Meşrutiyet’le birlikte Saray merkezli caydırıcı gücün dağıldığını, Abdülhamid’in “iç emniyetini” yitirip karşı hamle geliştiremediğini vurgular. 1908–1913’ü yaygın bir “fetret”, 1913 sonrasını ise İttihat ve Terakki’nin tekleştirdiği daha “istikrarlı” bir evre olarak okur. Ona göre dönemi tahrif eden şey, Mütareke ve erken Cumhuriyet’in ürettiği mahkûm edici dil; asıl sorun ise Abdülhamid’i deviren cephenin merkezî bir irade kuramamasıdır. İran ve Rus devrimleri benzetmesini de bu yüzden yapar: “Merkez” kurulamayınca savaş şokları parçalanmayı hızlandırmıştır.

Bu çerçevede bazı taşları yerli yerine koyalım. Mithat Paşa’nın sürgünü Meşrutiyet sonrasının işi değildir; 1881’de Taif’e gönderilir ve 1884’te orada ölür. Hatta kafasını testere ile kestirip bal mumu tenekesinde İstanbul’a getirttiği dahi söylenir. Yani kronoloji, “yetkileri budanmış padişah” anlatısına değil, Hamidiye devrinin gerçeklerine işaret eder. Keza ordu meselesi “Yeniçeri gitti, ordu da bitti” basitliğinde değildir. 1826’dan sonra nizamiye ordusu kurulur; Tanzimat ve Abdülhamid devrinde Alman etkisiyle modernleşir. Sorun, 1908’den sonra ordunun siyasetle iç içe geçmesi ve alaylı–mektepli fay hattının siyasetin içine yürümesidir. “Ordusuzluk” değil, “siyasileşmiş ordu” belirleyicidir.

Peki devrin nesli niçin Abdülhamid karşıtıydı? Çünkü onların hafızasında “meşveretin kapalı kaldığı” uzun bir ara vardır. 1876’da açılan Meclis-i Mebusan’ın 1878’de süresiz tatili, siyasal sözlüğe “istibdat”ı yerleştirir. 1908’de kapı yeniden açıldığında, bu sadece bir hukuk hadisesi değil, bir nefes almadır. Akif  anlatır; Sultan Ahmet’te  büyük bir 2.Meşruriyet kutlaması  vardır. meydan doludur. Yaşa var ol sesleri afakı inletir. Akif kendi kendi kendine  sorar kim yaşasın? Kendisi cevap verir.

-Ömrü olan !

Yahya Kemal’in “hürriyet neş’esi” diye anlattığı o duygu bu olabilir. Şairler bu duyguyu iki ayrı renge boyar: Tevfik Fikret, “Sis sarmış yine âfâkını…” derken boğucu bir hava resmeder; Mehmet Âkif “Zulmü alkışlayamam” diye ahlâkın siyasete karşı duruşunu kurar. Aynı anda, Yusuf Akçura Üç Tarz-ı Siyaset ile meşrutî bir devlet tasarımı tartışmasını açar; Ziya Gökalp “din başkadır, vatan başka” diyerek siyasal merkezin yeni kapsayıcı zeminini kavramsallaştırır. Yani muhalefet tek sesli değildir: Ahlâkî (Âkif), estetik-modernist (Fikret), kurucu-sosyolojik (Gökalp) ve programatik-siyasal (Akçura) sesler eklemlenerek konuşur.

“31 Mart Abdülhamid’in örgütlediği bir kalkışmadır” hükmü de bugünün kestirmelerindendir. Böyle görüşlerde vardır. Dönemin kendi kaynakları bile olayı Meşrutiyet’e karşı reaksiyoner bir patlama olarak okur. İngiliz parmağı diyen yoğun bir gurupta vardır. Hareket Ordusu gelir, yangını söndürür ve hal’ kararı çıkar. İttihatçılar bu tecrübeyi elbette meşruiyet anlatısına bağlar; ama bu, “Saray planladı” demek değildir. Olayın çok etmenli doğasını korumak, tarihe haksızlık etmemektir.

Buradan bugüne kalan ders açık: İmparatorluk son on yılında yalnız dış basınçla değil, iç merkez tartışmasıyla sarsıldı. “Saray–Babıâli–ordu–parti” ekseninde, merkezin nerede toplanacağı ve hangi ilkeyle işleyeceği sorusu çözüldüğünde işler ya yürüdü ya aksadı. 1908–1913’ü “fetret” diye etiketlemek kolay, ama eksik; orada yeni merkezin nasıl kurulacağı, kimin eliyle kurulacağı ve hangi meşruiyet diliyle kurulacağı konuşuldu. 1913’te cevap geldi: merkez tekleşti. Fakat bu kez tekleşmenin bedeli, savaş ekonomisi, iaşe rejimi ve yüksek bir toplumsal mobilizasyon olarak ödendi. Zafer Toprak’ın ekonomi-politik sayfalarında gördüğümüz o “nizam”, günlük hayatta uzun kuyruklar ve sıkı denetim demekti.

Osmanlıcılık–Türkçülük–İslâmcılık üçlemesini de sadece “dönem politikaları” diye düzlemek, olanı eksiltir. Tanpınar’ın sezdiği gibi bu akımlar, birer duygu rejimidir aynı zamanda: aidiyet kurar, dil öğretir, bir “biz” icat eder. Karpat’ın altını çizdiği Panislamizm, yalnız dış siyasetin taktiği değil, devlet kimliğinin toplanma noktasıdır. Fikir ile politika birbirine karışır; biri olmadan diğeri yürüyemez. Bu yüzden Gökalp’in sosyolojisiyle Akçura’nın siyaset tasarımı, Âkif’in vicdanı ve Fikret’in estetizmi aynı masada konuşabilir.

Türinay,  İran ve Rus Devrimleriyle II.Meşrutiyeti kıyaslamış. İran ve Rus devrimleriyle kıyas yaparken de tek nedencilikten kaçınmak gerekli. İran, merkezî ulema omurgası sayesinde sarsılmadı demek cazip, ama eksik. Orada rejim uzun bir iç tasfiye ve savaş ekonomisi ile ayakta kaldı; Osmanlı ise çok-uluslu bir coğrafyada bir imparatorluk savaşı kaybetti. Tarifler birbirine benzetilebilir, ama toplumsal dokular aynı değildir. Hiçte benzerliği yoktur.

 Abdülhamid’in dönemi, “tek adamın gölgesi” ile “meşrutiyet neş’esi”nin aynı asırda yan yana yürüdüğü bir laboratuvar. Eğer bugünden bakarak bir cümle kuracaksak, üç düzeltmeyi beraber söyleyelim:
(1) Süreklilik: 1908, Tanzimat’ın uzun çizgisi üzerinde bir dönemeçtir. Sonuç, cumhuriyettir.
(2) Merkez: “Boşluk” değil, rekabet vardır; 1913’te merkez tekleşir.
(3) Olgular: Mithat Paşa’nın tarihini, ordunun siyasileşmesini ve 31 Mart’ın çok etmenli doğasını yerli yerine koymadan hüküm verilmez.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

[1] Bu makale Değerli yazar Necmeddin  Türinay’ın ; Edebiyat Ortamı Dergisinin 106. Sayısında  yayınalanan yazsının aynı başlığıyla benim açımdan  konuya bakışımdır.

 

 

 

 

Bu yazı toplam 259 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 474 99 63 | Haber Yazılımı: CM Bilişim